27 Aralık 2010 Pazartesi

UZAKTAKİ YANILSAMALAR

Almanyanın kuzeybatısında küçük bir kasabada yaşıyorum. Siteyi yanılmıyorsam 1998 yılından beri takip ediyorum. 25 yılı izmitte geçmiş biri olarak bu takımı bir insanın gereksinimi olan fizyolojik ihtiyaçları gibi seviyorum. Çocukluğum ve gençliğimde Futbol müsabakalarını izleyebilmek için Babamın cebinden para aşırdığım günleri, müsabaka sırasında yenilen simitlerin tadını, sıkıntı ve stressin o yaşta ne demek olduğunu yaşadım.Bu uzak Ülkeden geriye dönüp baktığımda herşeyin eskisi kadar tatlı ve doğal olmadığını görüyorum.Belkide bu yüzden oğlumun adını Umut olarak yazdırdım kimliğine. Belkide bu yüzden bir Alman kanalında Türkiye ile ilgili bir belgesel izlerken 10 saniye süren Efe Tur yada Körfez görüntüleri yüreğimi burkuyor. Bilemiyorum... ve bilemeyince de insan neden bilemediği araştırmıyor nedense.

Hani eğer bir Bilim Adamı yada mucit olsaydım sanırım yapacağım il buluş taraftar / seyirci ölçer yapmak olurdu. Kimsenin ne kadar bağlı olduğu takımı tuttuğunu yada sevdiğini şu anda bilimsel olarak ölçmek mümkün değil. Ama bu ölçütü genelde yaşadığımız olayların çokluğu / zorluğu yada gidilen maçların sayısına belki bazen yenilen dayaklara, atılan yumruklara bağlarız. Kimi zaman ev Halkına vermemiz gereken önemi sevgiyi kenara bırakır ve kendi takımımıza sarılırız.Bunlar yazmakla bitmez ama bence bir takımı sevebilmek demek onun maçlarını her 15-20 saniyede (izleme imkanı olmayınca ) ya teletext yada internet üzerinden aktüel ederek takip etmek yada eğer benim gibi Yurtdışında yaşıyorsanız stadta bulunan arkadaşlarınızı arayarak kısa mesaj yazarak bilgi almaktır.

2002 yılında belki hatırlayan olacaktır tüm korfez.org üyeleri bir akşam için forumda yoğunluk sağlayıp muhabbet kurulacaktı. Ben işten çıkmış son sürat otobanda muhabbete katılmak için eve dönerken beni şok eden bir olay oldu. Önümdeki Tır’ın plakası 41 ile başlıyordu. Önce şaşırdım ( çünkü değil 41 plaka, buralarda TR plakalı Araç görmek çok zor ) sonra toparlandım ve Tır’ı trafik kuralları dahilinde sollayarak 1 km önünde sağ tarafa park ederek, arka camda daima duran Kocaelispor atkımı alarak yola fırladım. Bundan sonrası pek trafik kuralları içinde geçmedi tabii. Ben atkı üzerindeki yazıyı Tır şoförüne gösterip el salladıkça Adam selektör yaparak el salladı ve camı açarak Körfez bayrağını dalgalandırdı. Bu birkaç saniyede olan olaylar zinciri benim bu takıma olan inancımı iyice pekiştirdi. Artık yolda şok olmuş bir insan ve kontağı açık bir araba duruyordu.

Tüm bu yaşananlar ve hayatın çekişmeleri içinde hala sadece bir Futbol takımı olarak bakmadığım ve felsefesi olan bir kenti temsil ettiğine inandığım bu şehire kısa zamanda geri dönmeliyim. Aksi halde bu düşünceler ile uzaktaki yanılsamalarım artacak. Ama artan yanılsamalarım asla bu kente olan tutkuma zarar veremeyecek.

Nedeni çok basit: Ben İzmitliyim ve Kocaelisporluyum.....

Cem Sinan

Germany / Bocholt

25.07.06



bugün şu foruma bi daha yazarsam beni s!ksinler dedikten sonra akşama doğru korfez.org bünyesinde yapılan; "Kocaelispor için yazıyorum" yarışmasına katılan yazılardan bazılarını okudum. üzerinden 4 yıl geçmiş. dün gibi bizde katılmıştık..

işte sevgi buydu. türkan şoray diyordu ya "selvi boylum al yazmalım"da; sevgi neydi? sevgi emekti diye. emek verdik bunca sene, düzeltemediysekte belki biz yanlmışızdır. birinden biri düzelene kadar devam..ben düzelir miyim? ahbeabisi..

17 Aralık 2010 Cuma

Taner Gülleri Çok Sevdik Seni!



Öğrencilerden Taner Gülleri Röportajı. 1 yıl önce eklenmiş, ben ilk kez izledim. ne kadar sevimliler öğrenciler. Taner ne güzel bi insan.
hele o plastik topla okulun bahçesinde çocuklarla çekildiği fotoğrafı gördüğümde "niye ben çekilemedim öyle bi foto" diye yakardım :)

izleyin işte. on numara adam!

15 Aralık 2010 Çarşamba

Kocaelispor 2 - 0 Sakaryaspor




ne başkanı, ne yönetimi var bu takımın.
hafiften gariban osman modundayız hepimiz.!
maçı izleyememe, hatta dinleyememe çok koyuyordu başta. forumda benim gibi onlarca adam vardı. iş yerinden takip ediyor kimisi, kimisi gördüğü televizyona yapışıyor. kimisi klubeden izliyor




daha önce burada yazmıştım. bu çocuklar oynadıktan sonra zerre tereddüt etmiyordum. yenilseler bile "galiptir bu yolda mağlup" diyebileceğim adamlar oynuyor bu takımda.
maç sonunda Serdar'ın mikrofonu eline alıp ettiği laflar gerçekten "baba evine dönen kız" gibi. sahip çıkın bize diyor. gözlerim doldu be..

Sakarya'nın Suçu Ne?


bize acımayın elimizden tutun! mutlu oluruz

efsane deplasman otobüsü..

11 Aralık 2010 Cumartesi

Boluspor 2 - 1 Mersin İdman Yurdu

Maç az önce bitti. Saha öyle elverişsizki, yürümekte bile zorlanacağımız bi zeminde futbol oynamaya çalıştıkları için kutlamak gerekir.

Futbol hakkında konuşulacak şey. topu rakip sahaya yık, şişirme dediğimiz uzun toplarla pozisyon bulabilirsen, rakip defasn bi hata yaparsa golü atarsın.

iki takımda böyle düşündü. boluspor kendi sahasında olduğundan ve yamulmuyorsam 2. ligin en çok gol atan takımı olmasının göstergesi baskılı oynadı. yani baskılı dediğim maçın çoğu mersin idman yurdu sahasında oynandı. bir türlü golü bulamadı Bolu. Yaser Yıldız çok uygun pozisyonlarda son vuruşu düzgün yapamadı.
Kar yağışı hiç durmadığından 2. devre futbolcuların ayakkabıları kar altına gömülü şekilde devam ettiler. arada maç durdu çizgilerdeki karları temizledi görevliler.
artık gol olmayacak atarsa şansa bolu atar derken. Mersin forması altında, tanıdık bir isim Fatih Şen sol kanattan ortaladı, Bolu kalecisi Atacan iki adım attı ileri doğru çıkıp topu almaya yeltendi ama baktı olmayaca geri de dönemedi. kafayı vuran forvet golü attı.
öyle bir sevindiler ki mersinli futbolcular. elbette haklarıydı o sahada o havada mücadele etmişler bir gol bulmuşlardı. vay be golü atan kazanır derken Mersin bi kontradan golü yapmış apışıp kalmıştım. Hatta Mersin kalecisi Kerem İnan gol sonrası her kale vuruşunda vakit kazanmaya (veya kaybettirmeye) çalışıyordu. hakem 3-5 sefer uyardı ama kart göstermedi bir türlü. belkide o tipi altında orta sahadan o da göremedi Kerem'i.

80 de golü bulan Mersin artık zamana oynuyor, topa bir Mersin defansı vuruyor top Bolu defansına kadar gidiyor, bir Bolu defansı vuruyor top Mersin defansına kadar gidiyor. böyle bi git gel yaşandı yaklaşık 10 dakika. dan dun herkes topu iler vurmanın peşinde..

90. dakika bitmişken Yaser ceza sahası önünde düşürüldü. "aha" dedim "hakkı olan golü atacak sonunda bolu". 90+1 de Erdem tam köşeye yerden vurdu ve Kerem uzandıysada dokunamadı. İşte futbol tanrıları karda olsa tipi de olsa yine oradaydılar. yediği gol sonrası zaten hiç sevmediğim ve hep roma olimpiyat stadında polisin kafasındaki kaska yumruk atışıyla aklıma kazınan Kerem çirkeflik yapıp hakeme salça oldu. topu bolululara vermedi filan. tatsız şeyler. sen misin topu vermeyen dercesine 5 dakika sonra hemen hemen aynı yerden çok güzel bir serbets vuruş golü daha atarak kapağı kapadı yine Erdem.. pozisyon bariz penaltıyken hakem orta hakem görememiş yan hakem ısrarla bayrağı kaldırıp elini göstermiştir. yani Mersinli bi futbolcu "dureydim burda getme diyeydim " dercesine ellerini açmış ve topla oynamıştı. ancak ortada ne bi çizgi kalmıştı ne ceza sahası o yüzden hakem penaltı vermek yerine serbest vuruşu seçti.. sen penaltı vermesende futbolun 3 harflileri o topu bi şekilde kaleye soktu..

Kerem ise artık sadece küfür ediyordu boynu bükük bir şekilde..

Mersin taraftarı deplasman yapmış ve o üstü açık tribünde üstlerine kar yağarken zıplamaları ve bi süre sonra yarı çıplak kalmaları. çok yazık onlara üzüldüm ancak Kerem'e o golü atmasaydıda üzülürdü. Çok zevkli bir maç oldu. Bolu dan Mersin'e dönecek taraftarları düşünüp kendimi onların yerine koyunca ise diyecek söz bulamıyorum. doktorum geçen hafta bana önerdiği, Nurofen Coldu öneriyorum..
geçmiş olsun..


ekleme: karlar altında akşlıma şu maç geldi videoyu buldum burayada koyuyoyurm..

Herman Giest Stadium

29 Kasım 2010 Pazartesi

Paranız Ödenir, Hakkınız ASLA!


el klasiko ntvspor da Kocaelispor ismetpaşa da izlenir!

17 Kasım 2010 Çarşamba

İzmit çocuğu



Güzel başladı bayram. Bal-kes maçındaki atmosfer, coşku başka bir yerde yaşanamayacak türdendi. rakibin kim olduğu, ne müsabakası olduğu, kaçıncı lig olduğunun önemi yoktu.
Yeşil Siyah renkli formaları giyen çocukların çoğunun ismini, tribünlerdeki büyük çoğunluk bilmiyordu. Çarşıda gezerken görebileceğiniz adamlardı çoğu. bayram öncesi validen bin lira harçlık almak bile mutlu edebiliyordu onları. çünkü düne kadar sahipsizdiler. tribün dışında kimse sahip çıkmıyor, telefon şarjlarını bile tesislere yakın büfeden yapıyorlar, fırından borç ekmek alıyorlardı belki. antrenmana gelirken bindikleri dolmuşun parasını Cem Sinan abilerinden utana sıkılı istemişti belki. Ancak çok sevdikleri futbola ve yıllardır alt kategorilerden itibaren sırtlarında taşıdıkları formayı A takımda giymişlerdi. bir çoğunun rüyasıydı belki bu. Serdar Topraktepe'yle oynuyorlardı işte. Belki çok büyük değildi hayalleri, beki bu yüzden mutluydular.
Bu kadar özverili, bu kadar arkadaşça bir takım; hani mahalle maçları yapardın herkes senin mahallenden olurdu, mahallenin abisi takımı kurardı işte öyle bir takımız. Büyük Abimiz bu klübün en efsane futbolcularından biri olarak tarihte yer alacak Serdar TOPRAKTEPE!!


Balıkesir maçının sonunda çok eğlendik. Aydın apaçi dansı yaptı. Serdar o kadar yorulmuştuki sevinirken bile zor zıplıyor. gençleri saha içinde yönlendirip oyunu yönlendiriyor onu hepimiz biliyoruz. maç sonunda maratonun önünde toplanan takım arkadaşlarına, kardeşlerine kale arkayı ve numaralyı işaret etti. Sonra tüm takım, tribünleri dolaştı. Her galibiyet sonrası şampiyonlar ligini almış gibi seviniyoruz. Çünkü biliyoruz ne zorluklarla ne büyük özverilerle oynuyorlar. arada tribünde dayanamayıp bağırsamda kızamıyorum hiçbirine.

bayram iyi başladı dedik ya illa ki bi gudubetlik olacak özel hayatta. oldu da. neyseki bugün maç var oradan yırtabiliriz belki yıkıntıyı atlatabiliriz. yenmek önemli değil, o formayı hak eden adamların giymesi olay.


izmit çocuğu şekli..

6 Kasım 2010 Cumartesi

Adamsın Chris Paul

Ne futbol ne Kocaelispor yazamıyoruz bloga, yoğunluğu bahane ederek.

Hafta sonu sebebiyle müsaitiz, Miami - New Orleans maçı vardı. NBA stüdyo sonrası onu izledim. Lebron, Wade, Bosh üçlüsünü merak ediyordum, nasıl oynuyor üçü bir arada diye. Ben Miami nasıl oynayacak diye bakarken, New Orleansta Chris Paul 1,80 boyuyla alayının eline verdi dün gece. Hele Arroyo'yla eğlendi.
Sürekli takip edemesekte, Jason Kidd'in eşşek olsa sayı atar pasları gibi paslarıyla. Sokak basketbolcuları gibi driplingleriyle beni benden aldı. demek ki her zaman yıldızlar kazanacak diye bir olayımız yokmuş. Adamsın Paul!

27 Ekim 2010 Çarşamba

Kaza Süsü

Biri çıkıp öldürsün beni
ve kaza süsü versin
cansız bedenime
nasıl da sevinirdim
ilkokul pencerelerine bayrak asarken
doğduğum kazanın
her bayram öncesi süslenmesine
Çay bardağı biçiminde yontulsun
mezar taşlarım
ve yaşamdan bir tek yudum
bile alamayacağım için
üstlerine yatay olarak
bir de kaşık
konsun
Ne başucuma
ne de ayak ucuma dikilsinler
biri sağımda
diğeri solumda olsun
ki görenler
mezarı sansınlar
bir çocuğun
Peşlerinde koşturarak papazı
kiliseden çaldıkları
günah çıkarma kulübesinde
şiir kurtuluş örgütünü kuran
kenan evren lisesinden terk çocuklar
mutlaka gelirler cenazeme
her birinin elinde deniz yıldızı
Üzülmeyin dostlarım
ezbere bilirim latince sözcüklerini
hayvanlar ansiklopedisinin
adını bilmemiş olmaktan
utanmayacağım asla
tabutumun içine girecek
ilk böceğin

Sunay Akın

5 Ekim 2010 Salı

Sensiz Bi Hayat Olmaz Olsun




bu artık çok acı vermeye başladı. işten çıkınca internete girip forumlara bakıyorum, blogları okuyorum. seinfeld izliyeyim dedim geçen akşam o bile güldürmedi be. bu sevgi zulme dönüştü. bir garip taraftarız be. çocuk gibi sevindik, belki bi sonraki iç saha maçını göremeyeceğiz bile. belki son maçımızdı bu bağırdığımız. biri bağırıyordu "hadi kardeşim son maçta bari bağıralım" diye. futbolcular maç sonunda tribüne koştu, onlarda çok üzgün. çoğu biz gibi kocaelispor taraftarı. zaten prosedürde profesyonel oldu bir çoğu ama yaşamları hala amatör mecburen.

tribüne koşup sarıldı herkes. Yıllardır sevemediğim Ercan kuleye çıktı o bile sempatik geldi. hepsine tek tek helal olsun, yolları açık olsun. Serdar Topraktepe ise sonradan gelip tribüne açıklama yaptı adeta. Bu çocukların hepsi forma için savaştı beş kuruş almadan dedi. nasıl bir dram yahu. gidip ingiliz holiganların filmlerini dilden dile anlatacağınıza bu aşkı film edin!!

dipnot: teşekkürler Adana Demir. o takım peşinden 10 saat yol gelen arkadaşlara dönüşte yol bitmek bilmemiştir. hepsine selam olsun..

28 Eylül 2010 Salı

Kim vurduya gidiyoruz..!

şizoşems from batuhan kaygı on Vimeo.




ne yazılır bunun üzerine..

6 Eylül 2010 Pazartesi

Konuşana değil Konuşturana bak!

Koca olmak artık bizden çıkmış, herkesin karısı haline gelmişiz. Sokaktan geçen her bıyıklının çimdik attığı, “yavrum hepsi senin mi?!” nin bile çok görüldüğü, mahallenin ‘yollu’su olmuşuz. Evet bir futbol takımından bahsediyorum.
Futbolcular ise Türk filmlerinde ortaya doğru itilen çaresiz kadınlar gibi; Oynaaaa!!! Çaatt.!! (tokat efekti)



Taraftarların kimisi pavyon önünde içeride konsomasyondaki kadından para bekleyen pezevenkler gibi, kimisi Pavyondaki tanıdığını devreye sokup hesap ödemeyen müşteri. Kimi içip içip kavga çıkarıyor kadın çıkarmaya çalışıyor. Herkes şaşırmış. Kimiside dansöze para yapıştırıyor.



Futbolcular aylardır para alamadan oynuyorlar, başkan çıkıp “biz çok özverili davranıyoruz, mücadele ediyoruz” diyebiliyor hala. Neresinden dönersen dön kar olmuyor işte.


Tribünler seni adam gibi duruşun için sevmişti. Peki bu haller adama yakışıyor mu? Ramazan ayında dilenciliğe başlayanlar yine bir ay istiyor sonra ortadan kayboluyorlar. Ama bu takım öyle değil. Her gün para istiyor, her gün ağlıyor birileri. Belediye başkanı denen adam dalga geçip, rencide edip, küçük gördükçe para isteyenler daha küçülüyor, daha alçalıyor.



Belediyeyi suçlayanlar var. Belediye başkanını ve onun zihniyetinden haz etmem. Hatta yaptıkları her şey bana batar. İzmit’in ağzına sıçtıklarını düşünüyorum. Ancak Kocaelispor konusunda sadece boynumu büküyorum. Ne demişler adamlar? Konuşana değil Konuşturana bak! İşte bu klüple bu kadar alay edilmesini, bu kadar küçük düşürülmeyi, bu kadar rencide olmayı hak ettirenler, bu adamı konuşturanlar suçludur. Suçlu iyi niyetli olduğunu söyleyen ve artık yeter dediğim Muammer Çelik onun öncesinde herkesin bildiği Serhan Gürkan’dır.



Geçen sezon Muammer Çelik rüzgarı vardı. Herkes ona güveniyordu. Devre arası transfer yapıldı. Sonuç; 2. yarı tarihin en boktan takımı.. Peki iyi niyetle yapıldı. klüp ligde kalır belki diye yapıldı hepsi. Bizde istemezdik ama toplama kampı gibi bütün veremli süperlig kaşarı adamları toplayınca takım olunmuyor! Bunu yıllardır anlamadınızsa yöneticilik yapmayın. Kahvede hergün fanatik okuyan adamdan farkınız yoksa, sırf paranız var diye yöneticilik yapmayın! Şirketlerim var belediyeden ihale alır kazandığım paralarla klübe katkı sağlarım diye yöneticilik yapmayın! Yapılmasın arkadaş! Şu klüpte kimin eli kimin cebinde belli değil! Bakkal dükkanından farkı yok. Bi deftere gelirler giderler yazılıyor, Şaka gibi! Ne farkın var senin mahalle maçı yapan çocuklardan?
Mahalle takımlarının başlarında hep bi abi olurdu. Mahallenin yaşça biraz daha büyüğü, futboldan anlayan. Takımı o kurardı, kimler oynayacak o belirlerdi. Maç kaybedilecek gibiyse ne zaman kavga çıkarılacak, ne zaman adamları sakatlamaya yönelik takoz gibi saldıracağız, hep ondan çıkardı. İşte o abilerden ne farkınız var klüp başkanları?! Kimisinin baba parası var kimisinin bi kaç şirketi ve götlerini dayadıkları belediye!!..



Amatörlükten profesyonelliğe geçiş demek bu değilki be birader! Bu resmen yavşaklık!! Biz amatör ruhu sevdik! Biz o mahalledeki abiyi istedik sezon başında. O tutumu bekledik Muammer Çelik’ten. Yapmadı veya yapamadı. Belediye para verir kurtarırım bi sezonu dedi, yemedi. Belediye, köpeğin önüne atılan kemik gibi sezon başında gündeme gelen kum çakıl işini attı önüne. Zaten sıçmıştık anca üstünü örtmeye yarardı o kum..



Ancak sezon başında; “bu takım bu halde bi bok yiyemez. Kıpırdayamıyoruz. Transfer yapamıyoruz, oyunculara para veremiyoruz. Deplasman masraflarını karşılayamıyoruz. Tesisler dökülüyor, personele maaş veremiyoruz. Beş kuruş gelirimiz yok. Eski borçlar, önceki yıllardan alacakların her gün yenisi karşımıza çıkıyor. Bu halde her sezon bir alt lige düşeriz. O yüzden neşteri vurup tak diye bir sezonda amatöre düşüp, oradan yeniden başlayacağız. Belki 5-10 senemizi kaybedeceğiz ancak onurumuzu, klübümüzü kazanacağız. Bağımsız bir klüp olacak. Kimseye bağımlı olmayacak. Kişilerin omuzlarında durmayacak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir şirket olacak Kocaelispor! Belediyeyede ihtiyacımız yok. Başkan eskiden çok para verdiğini söylüyor, kimin parasını kime veriyor. Cebinden o kadar para veremeyeceğine göre devletin parasını çar çur ediyor. Biz bunu istemeyiz. Bu yasalda değildir ahlakide değildir. Bundan sonra Kocaelispor klübü kimsenin malı değildir.!! Kimsenin kucağında da değildir!! “ dese diyebilse. O cesareti olsa! Onbinleri arkasına alıp daha güçlü yürürdü yoluna. Ama bu duruşu gösterebilecek adam önceden çıkıp para için yönetimden ayrıldım paramı geri istiyorum demezdi. Bizde hülyalardaymışız.. seneye bi alt ligde yine hüsran dolu günlerleyiz. Kocaelispor bu ligden düşmese bile gönüllerden düşürülüyor. Yoldan her geçenden sigara ve 1 lira isteyen sinyalci gibi kullanılıyor. Bu bana çok acı veriyor..


Ancak unutmamalı; Hayat varsa Umut vardır!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Unutma..!

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Kombine satışında satışa gelmek!


"Büyük Kocaelispor taraftarı" İşte böyle diyorlar, hala gazla çalışan arkadaşlarımız kalmış mı? diye bakıyorlar. Klüp bank asyadan düşmüş, zamanın 3. ligindeyiz şimdi. Kombine satışı bekleniyor. Biz takımımız ne halde olursa olsun kombine veya biletimizi alıp maçımıza gideriz. Çünkü taraftarız, taraftarlık bunu gerektirir. Takımınız 3. lige düştüğünde bir başka takımın peşinden koşmaya başlamazsınız. Ya da siktirin gidin başlayın benim tek takımım var.

Bunu bilen yöneticiler klübe para kazandırmak için kombine fiyatlarını açıklarken, gerçekten para kazanacaklarını, fazlaca kombine bilet satılacağını düşünmüşler midir? bu kadar iyimser olabilirler mi?
Süper Ligdeyken 300 liraya klübün sattığı kombineyi taraftar derneğinden yarı fiyatına alabiliyorken, bu taraftarın size güvenip bu kombinelerden satın almasını beklemek, fazlaca iyimserlik olur.. Peki her fırsatta klüp için en iyisini düşündüğünü söyleyen, klübe sahip çıkan taraftar derneğine güveni kalan var mı? o paraların nereye gittiği, o kadar kombine biletin yönetim tarafından verilmediyse, nasıl bulunduğu? hiç merak etmiyor musunuz?

Biz bitmişiz! bizden bi bok olmaz arkadaş. amatöre doğru gidiyoruz işte kendinizi kandırmayın artık yeter! büyüklüğünüz filan kalmadı. küçüldük hatta onursuz bi klüp olduk. klübü kapayıp amatörden tekrar başlayın artık yeter bu rezillik.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Grup indirimi!

Bu ligde ne başlık gireydim de bu haberi paylaşaydım?! Alın TFF yeni saçmalığı 'Kırmızı Grup' , 'Beyaz Grup'

Değişiklikleri şöyle açıklamış tff:
"Geçtiğimiz sezonlarda; Kademe Grubu, Klasman Grubu, Yükselme Grubu ve Play-Off'lar şeklinde yapılanan TFF 2. Lig'de de köklü değişikliklere gidildi. Bu değişiklikler çerçevesinde, TFF 2. Lig; 18 takımdan oluşan 2 gruptan oluşacak. Çift devreli lig usulüne göre oynanacak müsabakalardan sonra her grubun birincisi olan 2 takım doğrudan TFF 1. Lig'e yükselecek. Her iki grupta 2., 3., 4., ve 5. sırayı alan takımlar ise TFF'nin belirleyeceği sahada tek maç eleme usulüyle mücadele edecek ve finalde kazanan takım TFF 1. Lig'e yükselmeye hak kazanacak."



1. TARSUS İDMAN YURDU
2. ADANA DEMİRSPOR
3. PURSAKLARSPOR A.Ş.
4. TÜRK TELEKOMSPOR
5. BALIKESİRSPOR
6. ŞANLIURFASPOR
7. BLD VANSPOR
8. ELAZIĞSPOR
9. DARDANELSPOR A.Ş.
10. FETHİYESPOR
11. EYÜPSPOR
12. PENDİKSPOR
13. KOCAELİSPOR
14. SAKARYASPOR A.Ş.
15. TOKATSPOR
16. KONYA ŞEKERSPOR
17. OFSPOR
18. T. KARADENİZSPOR A.Ş.

Bizim bulunduğumuz grup Kırmızı grupmuş. (Sana kırmızı çok yakışıyor)
İyi ki sakarya ile aynı gruptayız. düzgün bi maç heyecanı yaşayabileceğiz en azından. alanya bekliyorduk ama fethiye çıkmış. yaz bitmeden olursa bi hafta önceden gidilebilir deplasmana.
yakın ve gidilebilecek deplasmanlar; Pursaklar ve Telekom için ankaraya gidilir mesela. güzeldir ankara deplasmanları. Pursaklar bizim mahalle kadar bi yer. mahalle esnafı maça filan çıkıyordur heralde. o adamlarla aynı ligdeyiz ayık olalım bari yenilmeyelim.
eyüp - pendik - balıkesir - dardanel ve Sakarya! Umarım emniyet saçma kararını bozar ve deplasmana seyirci alınmama kararını bozar. Gideriz bi sakarya deplasmanına(uzun zaman oldu).
Van'a askerliğe gittim, ordaki her günümde 'bi daha buraya gelirsem beni ziksinler' dedim gitmem oralara.

geri kalan herşey için master card..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Çocuktan Al Haberi


Benim bile top oynadığım bir takım Demirspor. ortaokul zamanında seçmelerine gidip çağırılmıştık arkadaşlarla. onlar gitmese gitmezdim bende. sonra biri kağıtspora gitti, beni almadılar. sonra demirsporda takımada giremeyince futbol hayatıma noktayı koyup basketbola geçmişliğim var.
O zaman Zeki hoca vardı. Hala o varmış Demirspor başında. büyük istikrar. 15 yıldır aynı takımı çalıştırıyor demekki, fazlasını bilmem.

Burak Okumuş için öyle olmamış. Futbolu bırakmamış koşmuş peşinden. 1994 doğumlu Burak futbola her çocuk gibi mahallede, sonra bir futbol okuluna giderek başlamış. İlköğretiminde okul takımıyla yaptıkları maçları izleyen Zeki Hocanın dikkatini çekmiş ve takıma çağırmış. 95 evler fatihspor'un 6 yıl genç takımlarında oynadıktan sonra Demirspor'a transferi böyle olmuş. Zeki hoca için torpilli olmazsan oynatmaz diyenler tanıyorum. Hatta bir arkadaşım lisansını Demirspordan alabilse karabükspor'a transfer olacaktı. Lisansını alamdığı için kavga etti ve tekrar Demirsporda da oynayamadı. Biraz Şans biraz torpil gerekiyor bazı şeyler için. Çünkü 95 evler fatihspor'da oynarken ayağı kırılmış ve 1 yıl futbol oynayamamış. Bu sakatlık sonrası tekrar ısrarla devam etmesi başarısını açıklıyor aslında. Çoğu aile ayağı kırılan çocuklarına halı sahayı bile yasaklayabilirler.

Demirsporla 16 yaş altı Türkiye Şampiyonasında Final oynamış. Forvet arkası ve Sağ kanatta oynuyor ve yeteneğiyle takımların dikkatini çekiyor. Arda Turan'ın kendisinden tek eksiği olarak, ondan az koşması olarak görüyor. Şimdi Bursaspor ile anlaşmış. İlimizden çıkan bir değer daha belki ilerde Bursaspor altyapısının ürünü olarak bilinecek. Eskiden Bursa - Antep gibi takımlar ilgilendiğinde bu gençleri takıma kazandırabiliyorduk en azından. Yani o takımlar fark etmese kimsenin umrunda olmuyordu. Şimdi onu bile beceremiyoruz.

Kocaelispor için söyledikleri tokat gibi aslında, yüzümüzün düşmesine sebep olan. mağlubiyette dahi boynunu bükmeyen taraftarı en çok üzen şey. “Kocaeli'de altyapıya en fazla değeri Demirspor veriyor. Demirspor'da çok iyi günler geçirdim, çok şeyler öğrendim. Benim için Demirspor iyi bir vitrin oldu. Şuanda profesyonel takımların transfer listesindeyim. Kocaeli'de belki başka bir takımda oynasaydım, şuan bu başarıyı yakalayamazdım. Kentimizin markası Kocaelispor'un durumu ortada. Orada olsaydım, belki ben de birçok arkadaşım gibi futbolu bırakma aşamasına gelecektim. Kocaelispor, yapılan yanlışlar yüzünden, benim gibi gençlerin hayalinden artık uzaklaşıyor. Hayal edilen bir takım olmaktan çıkıyor”.



Gerçekler gün gibi ortadayken, hala forumlarda kombineler hakkında bin lira olsun diyenler, biz herkesten büyüğüz diye kendilerini kandıranları gördükçe daha da kötü yerlere gideceğiz gibi geliyor bana. Kahroluyorum.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Kaan Dobra: Hem Dobrowski, hem de değil!

Ege Görgün, 22 yaşında Dobrowski olarak ayak bastığı topraklarda Kaan Dobra olarak yaşamaya devam eden eski Beşiktaşlı ve Kocaelisporlu yıldızla görüştü. Goal.com da yayınlanan ropörtajı buraya taşıyorum. Böyle güzel röportajları daha sık görmek istiyoruz. buyrun;


Türkiye’ye 22 yaşında Roman Dobrowski olarak geldi. 8 sezon oynadığı Kocaelispor’dan Beşiktaş’a geçtiğinde adı artık Kaan Dobra’ydı. Türkiye’de iki Türkiye Kupası, bir ikinci lig, bir de Süper Lig şampiyonluğu yaşadı, 70’in üzerinde gol attı. Ve Türk spor tarihinin adı deyim haline gelen ilk sporcusu oldu. Kısaca Dobrowki’ydi, Dobra oldu ama hiç “dobrowski” olmadı.

Ülkesinin yakın tarihini anmadan, bugün 40’na merdiven dayamış bir Polonyalı’nın hikayesini anlatmak olmaz. Olur da belki, eksik olur. İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük yaralar alarak çıktı Polonya. Nazilerin ölüm kamplarının başlıcaları Polonya’da kurulmuştu. En ünlü ve en geniş kamp Auscwitz-Birkenau Alman hakimiyetindeki kuzey Polonya’da idi. Savaştan önce 3 milyon 300 bin Yahudi yaşıyordu Polonya’da, savaş bittiğinde 300 bini ölmüştü. İsrail’deki Yad Vashem Soşkırım Müzesi’nde anlatılanlara göre ise bir kısmı savaştan sonra, sahiplendikleri mallarını geri vermek istemeyen eski komşuları tarafından öldürülmüştü. Bu tabii başka bir hikaye...

Savaşın ardından SSCB’nin himayesine girip komünizmi benimseyen Polonya’nın kızıl yılları 1990 yılına, Lech Walesa’nın Başkan seçilmesine dek sürdü. Yalnızca Polonya’da değil, tüm Doğu Avrupa’da komünizmin sonu gelmişti. Walesa komünizm için bir Deccal olmuştu adeta

Polonya futbolu gerileme dönemindeydi. Tarihlerine bakıldığında Milli takımlarının Almanya 74’de ve İspanya 82’de kazandıkları dünya üçüncülükleri tek başarılarıydı. Daha Avrupa Şampiyonası’na katılmışlıkları yoktu. 2004’e kadar da olmayacaktı. Yine de o sıralarda 18 yaşındaki Roman Dobrowki’nin futbol her şeyiydi ve tek hayali büyük bir futbolcu olmaktı. Aslında rejimin bu noktada ona zararı değil, faydası olmuştu. Komünist rejimlerin propaganda aracı gördükleri için spor konusuna önem verme adetleri sayesinde iyi bir altyapıya, güçlü bir fiziğe ve en önemlisi spor disiplinine sahipti Dobrowski. Şehirde değil, 15 yaşına kadar nehirden elle balık tuttuğu doğal bir ortamda, köyde büyümüş olması da (bizimkiler gibi değil tabi, küçük ama modern, apartmanlı bir köy) fiziğine artı olarak yansıyan bir başka avantajıydı. Avantajlarına ihanete etmeyen Dobrowski kendini daha da geliştirdi. 22 yaşına geldiğinde ülkenin en büyük takımlarından birinin, Ruch Chorzow’un en iyi oyuncusuydu artık. A Milli takıma kadar yükselmişti. Ama ülkenin sorunları ister istemez futbola da, oradan da Roman’a yansıyordu.

Demokratik rejime geçen Polonya’nın Ekonomi Bakanı Leszek Balcerowicz, konuya hakim olanların “şok terapi” ismiyle andığı reformları hayata geçirdiğinde ülke müthiş bir ekonomik kriz içine sürüklenmişti. Uzun vadede yararları görülebilecek bu tedavi kısa vadede Polonya halkının canını yakacak cinstendi. Her şeyin fiyatı arttı. Zlotinin değeri düştü. Eskiden (komünizm varken) paraları vardı alacak bir şey bulamıyorlardı, şimdi alacak çok şey vardı ama paraları yoktu.

Futbol kulüplerinin ekonomik durumu da ülkelerininkinden farksızdı. Dört senedir Ruch Chorzow’a büyük hizmetleri olmuş milli futbolcu Roman Dobrowski bile karın tokluğuna oynuyordu.

“Futbol nankör bir meslek. İyi olduğun zaman onu kullanman lazım. Kötü olduğun zaman kimse gözünün yaşına bakmıyor çünkü.”


Kulüpte dördüncü sezonunun bitmesine iki maç kalmıştı ki artık sabrı tükendi sabır küpü Roman’ın. Yöneticilerin karşısına geçip, “Madem para vermiyorsunuz, buraya kadar,” dedi. “Ben Gornik Zabrze’ye gidiyorum.” Yöneticilerin kanları dondu. Roman’ın Gornik Zabrze’ye gitme ihtimali her açıdan felaket demekti onlar için. Komşu kent takımıyla aralarında bizdeki Galatasaray-Fenerbahçe ilişkisine benzer bir hukuk vardı çünkü. Ezeli rakiplerine en iyi futbolcularını kaptırırlarsa, taraftara bunun hesabını veremezlerdi. Diğer yandan bu transferin maddi olarak da neredeyse hiçbir getirisi olmazdı onlara. Roman milli takım kampına gittiğinde onlar da tanıdıkları bütün menajerleri, simsarları, aracıları ayaklandırdılar. “Roman’a yurtdışında bir takım bulun! Hemen!”

Roman sesini yükseltmiş, kulüp karışmıştı. Ki zar zor duyulacak şekilde konuşan Roman söz konusu olduğunda bu durumu gözünüzde canlandırmak hayli zor. Sessizliği, konuşmaları ve davranışları içine kapanık bir yeniyetmenin utangaçlığına ve masumiyetine sahip olduğu izlenimi uyandırıyor sizde. Kayıt için sesinin zayıf kalabileceğini söylerken Uluç’a, Roman beni duyuyor ve gülerek, “Haa, Roman her zaman sessiz kalıyor zaten, “ diyor. Ben mahcup oluyorum söylediğime. “Yok ama,”diye ekliyor, “Çok sesim çıkmaz ama gerekeni de yaparım.”

“Çok sesim çıkmaz ama gerekeni de yaparım.”

Ruch Chorzow yöneticilerinin tutuştuğu vakitlerde, Türkiye’de bir Anadolu takımı altın dönemlerini yaşıyordu. Sefa Sirmen’in başkanlığında şaha kalkan Kocaelispor ilk yarısını lider bitirdiği 1992-1993 sezonunu dördüncü tamamlamış UEFA’ya katılmıştı. Türkiye Kupası’nda ise yarı final oynamıştı. 1994’e gelindiğinde büyük başarılar elde etmiş o Kocaelispor takımı adet olduğu üzere İstanbul büyükleri tarafından parçalanmıştı. Sirmen yeni Kocaelispor’u oluşturma görevini Mustafa Denizli’ye verdi. Mustafa Denizli, Polonya Ümit Milli Takımı’nın Türkiye ile yaptığı grup maçlarında bir futbolcuyu gözüne kestirmişti. Galatasaray’daki eski talebesi Roman Kosecki gibi yere sağlam basan, hızlı, kolay adam geçen, dirençli bir forvetti bu. Onun ismi de Roman’dı üstelik. Roman Dobrowski.

Kulübünün satmak, menajerlerin komisyon almak, Denizli’nin de takımında görmek istediği Dobrowski böylece Kocaelisporlu oldu. Genç yaşta yeni bir ülkeye, yeni bir takıma gelmek onu korkutmuşmuydu peki? “Para o korkuyu biraz unutturdu. Ama beni asıl hava mahvetti. Eksi 25 derecede oynamaya alışmışım, burada hava 30-40 derece. İlk sene sonunda, gideceğim, dedim, burada her şey bana ters. Sonra bir sene erteledim. Her sene erteleye erteleye, işte 14 senedir buradayım.”

Roman Kosecki artık bizden biri. Adı bile bizden, Kaan Dobra. Kocaelispor formasını giyerken Türk vatandaşlığına geçerek bu ismi alan Kaan artık tipik bir İzmitli. İstanbul trafiğine katlanamadığı için, işten eve hala çok kolay gidilebilen bu şehirde yaşamayı tercih etmiş eşi ve oğluyla. Beşiktaş’ta oynarken bile İzmit’ten gidip gelmiş Ümraniye’ye. O futbol oynarken eşi İzmit’te açtığı Romano adlı restoranla ilgilenmiş. Şimdilerde emekliliğin keyfini çıkaran Kaan Dobra da eşine yardım ediyor restoranda. Söyleşiyi de İzmit Körfezi’ne nazır bu restoranda yapıyoruz.

Lucescu açık konuşuyor: “Kaan, ister kal, ister git!”

Roman, kariyerimin en mutlu yıllarını yaşadım dediği Kocaelispor’da iki Türkiye Kupası kaldırdı. Depreme kadar onun için de, kulüp için de her şey yolundaydı. İstanbul takımlarına gol atmadan geçmiyordu. “Ben büyük takımlarla yaptığımız maçlarda bir başka oynuyordum gerçekten. Seyirci, dolu stat, atmosfer beni inanılmaz motive ediyordu. O maçlarda vurduklarım gol oluyordu hep. Başka maçlarda bazen vuruyordum, dağlara taşlara... Ben de şaşırıyordum bu kadar kötü nasıl oynayabiliyorum diye.” (Dobrowski’nin bütün şutları dağlara taşlara gitmedi ne yazık ki. Beşiktaş’ın Malatya ile yaptığı maçta çektiği bir şut kale arkasında güzel bir poz yakalamaya çalışan foto muhabirlerden birine isabet etti. Fotoğraf makinesi Fehmi Özgülen’in yüzünde parçalandı.)

Kocaelispor formasıyla 2001-2002 sezonunda Türkiye Kupası kazanan Kaan Dobra, sonraki sezon Beşiktaş’a transfer oldu. “95’ten beri istiyordu beni büyük takımlar. Ama bonservisim çok yüksek olduğu için alamıyorlardı. Depremden sonra para alamaz olmuştuk kulüpte. Ayrılmaya karar verdim. Biraz kötü ayrıldım onun için Kocaelispor’dan.”

Beşiktaş’ta şanssız başladı. Hazırlık kampında sakatlanınca Lucescu’nun gözüne girmeyi başaramadı. Hatta Lucescu “İster kal, ister git” demiş ona açık açık. Menajeriyle kafa kafaya verip düşünmüş Kaan. Pes etmemeye karar vermişler sonunda. “Bu kadar kolay olmamalıydı. Zaten 30 yaşında gelmiştim buraya. Çalıştım, Lucescu’nun gözüne girmeyi başardım. O da beni banko oynattı.”

Beşiktaş’ın yüzüncü yılıydı. Kartal şampiyon oldu, Kaan da daha ilk sezonunda müthiş bir coşkunun, sevincin parçası oldu. Sonraki sezon da o meşhur çöküş geldi. O dönemde de banko oynayan Kaan bu kez çöküşün bir parçası oluyordu. Çöküşün sebebini o da hala çözememiş. “Yeni transferler her zaman takıma katkı sağlamaz, bazen zarar da verir,” diyor sadece. “İlhan’ın ayrılması çok kötü oldu. Çok iyi futbolcuydu, takıma çok faydası vardı. Sonra Nouma da inanılmaz şirin, inanılmaz pozitif biriydi. Gerçekten hiç sorun çıkarmazdı, oynasın oynamasın. Onun gitmesi de dezavantajdı. Ama hala düşünüyorum neden o çöküş oldu diye.”

“Çok iyi hocalarla da çalıştım, çok kötü hocalarla da...”


“Çok iyi hocalarla da çalıştım, çok kötü hocalarla da... Bazı hocalar bilgisizdi. İyi çalıştırmıyorlardı takımlarını. İşi şansa bırakıyorlardı. Böyle yerli hoca da yabancı hoca da... Lucescu bugüne kadar çalıştığım en iyi hoca. Del Bosque ile yarım sezon çalıştım. Beni oynatmaya karar verdi ama beş maç sonra kesti ve bir daha oynatmadı.” Burada araya girip, kendi kararı mıydı sence, diye soruyorum. “Hiç zannetmiyorum,” diyor gülerek. Kaan takımdan ayrıldı, bir ay sonra da Del Bosque gitti. Kocaelispor’a dönen Kaan sezonu burada tamamladı. Ancak öteki sezonun başında antrenör Sadi Tekelioğlu ile anlaşamayıp futbolu bıraktı. Sonra işbilir bir menajer onu bir sene de Antalyaspor için oynamaya ikna eder. Orada da şampiyonluk yaşar Kaan ve futbolu bırakır.

“Futbolu erken bıraktığımı düşünmüyorum. Zaten dizimde bir sıkıntı yaşıyordum. Oğlum da büyüdü, 11 yaşında oldu, ona biraz daha zaman ayırayım dedim. Biraz daha oynayabilirdim belki zorlasam ama bence tam ideal zamanda bıraktım. Mart doğumluyum, 35 yaşında mart ayında futbolu bıraktım.”

“O, Dobrowski’nin ne demek olduğunu bilmiyor.”

Kaan Dobra Türkiye’de küçümsenmeyecek başarılara imza attı. Bu başarılar onun tanınan, ünlü bir futbolcu olmasını sağladı. Ama herkes futbolla ilgilenmek, futbolcuları tanımak zorunda değil. Ama bu türden insanlar bile artık “Dobrowski” dendiğinde kimden söz edildiği hakkında fikir sahibiler. Muhtemeldir ki, Mehemet Ali Erbil sayesinde bundan elli sene sonra bile golleri unutulsa da, Dobrowski’liği unutulmayacak Kaan Dobra’nın. Peki nereden çıkmıştı Mehmet Ali Erbil’in literatüre ve halk ağzına soktuğu “dobrowki olma” mevzusu.

“O dönemde çok penaltı atıyordum ben. Onun da televizyonda yarışma programı vardı. Makineyle penaltı atılıyordu hani. Orada söylemeye başladı sanırım. Anlamını ben de tam olarak bilmiyorum açıkçası. Ama çok da iyi bir anlamda kullanmıyordu. O Fenerbahçeliydi bir de. Biz de Fenerbahçe’yi burada yendik 2-1. İkinci golü ben attım. Ertesi gün bir gazete yazdı Fenerbahçe Dobrowski oldu diye. Ondan sonra iyice yayıldı zaten.”

Belli ki Kaan’ın bu meseleyle arası çok da hoş değil. Artık takmıyorum diyor ama ilk zamanlar epey rahatsız olmuş bu durumdan.

“Dobrowski’nin anlamını bilmiyordu. Hala da bilmiyor. Bilse bu soyismi bu şekilde kullanmaz yani. Beni rahatsız ediyordu çünkü bizim milli marşımızda geçen bir isim bu. Burada nasıl Atatürk var, Polonya tarihinde de bu isimde bir paşa vardır. Savaşa giderken bir şiir yazar bu paşa. Bizim için önemlidir bu paşa, kahramandır. Onun için ben başta biraz kızdım ama sonra baktım hiçbir şeyi ciddiye almıyor ki adam, bıraktım ben de. Ama onun sayesinde meşhur oldum biraz daha. Futbolla ilgisi olmayanlar bile beni tanıdılar o sayede. Aşırı kızdığım bir şey değil ama bir dönemde biraz gücüme gitmişti.”

Peki arayıp karşılıklı konuşmayı, bu rahatsızlığını belirtmeyi düşünmedin mi hiç, diye soruyorum. Ama görüşmüşler zaten de, benim haberim yok. Kocaelispor’da oynarken o, şimdilerde Sivasspor’u çalıştıran Bülent Uygun ve eski bir Fenerbahçeli Tarık Daşgün çarkıfeleğe katılmışlar meğerse.

“Tartışalım diye gittim ben. Konuştuk ama baktım yok, ona göre her şey gırgır, her şey eğlence.” Kim kazandı peki, diyorum. Aldığım yanıt beni şaşırtıyor, çünkü Kaan birinci olmuş o yarışmada da. “O zaman Türkçe’yi de az biliyordum üstelik,” diyor, “Ama biraz yardım ettiler, doğrusu.”

Söyleşiyi yine futbolla bitiriyoruz. Öyle bir şey söylüyor ki Kaan. Futbolun bazı kurallarının tüm dünya için geçerli olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz: Milli takıma girmek için büyük takımda oynamamalısın.

Milli Takım oyuncusu olarak geldiği ve en verimli zamanlarını geçirdiği Kocaelispor’da oynadığı sekiz sezon boyunca bir kez bile milli takıma çağrılmamış Kaan Dobra. Sistemin futbolcuları nasıl büyük takımlara gitmeye zorladığının göstergesi bu.

“İzlemeye bile gelmediler. Beşiktaş’a geçtim hemen milli takıma çağrıldım. Orada da bir kere bile izlemediler beni.”

Röportaj: Ege Görgün


orjinali Goal.com da

28 Haziran 2010 Pazartesi

Ezeli Rekabet!


Son Samuray Akman kardeşimize teşekkür edip, yeğenine geçmiş olsun diyoruz.

Birazı Gitti Kalanı Sakaryaya!

25 Haziran 2010 Cuma

Mutluluklar Kaptan!




Ömür Boyu Mutluluklar size
güzel güzel bebekler verin siz bize
Serdar ve Bilgehan birlikte el ele
Yerleşin Körfez'e

lay lay lay lay la la la la la (Ayla Dikmen - Anlamazdın melodisiyle iyi gidiyo)

18 Haziran 2010 Cuma

Şampiyon Lakers


7. Maç oynanmadan şampiyon olunmasın.
Kobe ve Jack Nicholson dışında Lakers hakkında hiçbir şey sempatik gelmiyor olsa da Şampiyon Lakers..
Bu seride nirvanaya ulaşmış insan Kobe dir.


şampiyonluk yerine hüzün kaplanmıştır oraya..

16 Haziran 2010 Çarşamba

Kupa kupa dediğin nedir, Fatih Terim öpüyorum seni!




Bu kadar mı tat vermez bi turnuva. Hiç bir maçtan zevk alamadım. Acaba bundan sonra hep böyle mi olacak diye korkar oldum. Kocaelisporum futbol hayatına son vermek üzereyken, aranan kanın bulunması söz konusu değilken, başka futbol müsabakası tat vermiyor.
Arkadaşlarla oturup Barcelona adında bir barda içip sohbet ediyorduk. Teras kattaki bardan karşıki binanın duvarına maç yayını yansıtarak müthiş bir seyir imkanı elde etmişler. İlk kez gittiğim bar terasta olması ve maç yayını yapmasıyla beğenimi kazandı. Hatta karşısına Real Madrid açalım rakip olalım esprisi bile yapıldı.

Kuzey Kore den çok ümitliydim ben. Kalmasın Afrika #2 yi yayınlayamadım yarısını yazmışım baktım şimdi taslak olarak kalmış. orda bahsediyordum Koreden. Ben sahaya Tsubasalardan oluşmuş, kalede Wakabayashi filan bekliyordum. Kapalı kutu, hakkında pek bilgi olmayan kuzey korede üç ayaklı oyuncu bile olabileceğini düşünmüştüm. Nükleer enerjiyle olsun, ilerlemiş teknolojileriyle oyuncuları güçlendirmiş yükleme yapmış olabilirlerdi?!

Pek öyle değilmiş ama sempatimi kazandı takım. Bu grupta bundan sonraki maçlar için; forza Kuzey Kore.



11 Haziran 2010 Cuma

Seka Park oluyor Er Meydanı



Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin organizasyonu. Geçen yaz askerdeydik katılamadık. Bu pazar ordayız.

Dumak Yok Dilenmeye Devam!



Açız..! Yeni Valinin Kucağına..

8 Haziran 2010 Salı

Kalmasın Afrika.! #1


Son dünya kupasında bana en sempatik gelen takım Trinidad Tobagoydu. Yaşlı ve sigara içtiği söylenen kalecileri Shaka Hislop, dışardan bakıldığında göbekli halı saha kalecisi gibiyken, İsveç maçında efsaneleşip bütün topları pantermişcesine kurtaracaktı. Hatta o isveç maçından sonra "artık mutlu bir şekilde ölebilirim" demişliği vardır. Ardından ingiltere maçı çok şanssız geçmiş 83. dakikaya kadar 0-0 giden maçı 2-0 kaybetmişlerdir.
efsane forvetleri Dwight Yorke 2006da hiç gol atamasalar bile onu da sevdik. Şimdi adlarını hatırlamadığım göbekli 35yaşına gelipte gençliğinde amatörce oynamış artık iş arkadaşlarıyla halı sahalarda boy gösteren cinste adamlar vardı. hepsi çok süperdi. isveç - trinidad maçı 0-0 bitmiş ve katıldıkları ilk dünya kupasında ilk puanını almışlardı.
leo beenhakker ise kutlanması gereken bir adam. bu kadar göbekli ve yaşlı adamla bir futbol takımı kurup dünya kupasına getirmiş.

Şimdi sırada 2010 var. Biz katılamadığımıza göre artık küfür etmeyi bırakıp, hangi takımları izleyeceğiz. kimi destekleyeceğiz, kime uyuz oluyoruz kısımlarına bakalım.
Belirteyim bu dünya kupasında henüz favori takımım yok, hiçbiri o kadar sempatik gelmiyor. Grup grup değerlendirelim sonra en iyisini seçelim derim.
A Grubu

Güney Afrika
Meksika
Uruguay
Fransa


Güney Afrika
Bu grupta ev sahibi olmasından, kendi seyricisi önünde birşeyler yapmasını istiyorum. En azından ikinciliği zorlasınlar. Benni Mccarthy yaşlı kurt olacak kadar iyi midir grup maçlarında bakıcaz. eğer kalede Khune yerine 32 yaşındaki Rowen Fernandes'i oynatırsa Parreira ilk 11in yaş ortalaması epey olur. afrikalılar maç öncesi saha içine girip bir takım büyüler-totem yaparak galibiyetlerde büyük rol oynayabilirler.

B Grubu

Arjantin
Nijerya
Güney Kore
Yunanistan

Yunanistan
Son dönemlerde çektikleri ekonomik buhranlardan mıdır bilmem ama Yunanistan başarılı olsun istiyorum ben. Hani çok değil ama gruptan çıkabilir mesela. Hani çıkamaz ama çıksa ya. Sadece biz yenelim istiyorum başkası yenmesin yunanistan'ı. Bizim milliyetçi kesimde yunanistanın başarısına uyuz olsun Fatih Terim'e daha çok hayır okusun istiyorum. Kötü mü ediyorum.
Bu gruptan en gıcık gelen takım Güney Koredir. Kasap önünde bekleyen kedileri hatırlatırlar bana nedense. büyük ihtimal uluslararası ilişkilerini göz önüne getiriyor olmalıyım. Ama bu futbol lan! diyen olacaktır varsın olsun.

C Grubu

İngiltere
Abd
Cezayir
Slovenya

Cezayir
Oha bsg diyenler çıkacaktır. Ama bu gruptan neyi seçeydim? Hep daha güçsüz ve süpriz yapabilecek takımlar sempatik gelmiştir. ancak Cezayirden ne bi süpriz beklentimiz ne bir sempatimiz var. sadece abd ve ingiltere nin yer aldığı grupta kalan iki takımdan biri olduğu için seçilmiştir desek ayıp etmiş mi oluruz Slovenya ya? Robert Koren bize kızar mı? Peki Yahia ne der. Cezayirde bir kahraman gibi seviliyormuş Yahia. Gruplarda Abd ve ingiltereye birer gol atsa fena mı olur? Şöyle kornerden gelen topa...


D Grubu
Almanya
Avustralya
Sırbistan
Gana


Gana zenciler hep sempatik geldiğinden ve kadrolarında bireysel çok yıldız olmadığından Gana'nın yanındayım. Essien'in sakatlanması bizi üzsede Asamoah , Muntari filan bize yeter. Bir ara Balotelli bu takımda oynayacak diye okumuştum bi yerlerde ama kadroda görünmüyor demek olmadı. Teknik Direktörleride ilginçtir Sırp. Sırbistanla aynı grupta bir sırp teknik direktör. "Kıymetimi bilmediniz beter olun ibneler" deme ihtimali var mı? var. Pek deneyimi olmamasına rağmen gençleri severek destekliyoruz ilk maçta Sırpları taklaya getirebilir mi?



devami gelir..

3 Haziran 2010 Perşembe

Er Meydanı 2010 - 26-27 Haziran


Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin 649.su bu yıl yapılacak. Biletler meydana çıktı. Durumlar uydurabilirsem gitmeyi çok istiyorum.

Küçükken her bayram köye giderdik, sabah erken kalkılır hatta bir gün önceden giderdik. şehirden 1 saat mesefadeydi. çok uzak değil ama köy olduğu gözümüze sokulurcasına ne bakkal ne kahvehane vardı. babaannemin yaptığı yemekler varken bakkal filan aranmaz tabi. hayatımda yediğim en güzel sarmayı (ki nasıl yapıyorsa hiç sarmadan yapıyordu), en güzel domates çorbasını, en güzel türlüyü yediğimi bilmeden yemişim meğer. en güzelide her yerde meyve ağaçları olması. adeta şehir çocuğu sıfatının hakkını vermek için, çarşıdan pazardan alınan pek tabi doğal olmayan meyveyi sebzeyi bi güzel yerken, köydeki ağaçlarda sebil olanı hiç yemezdim. ancak kuzenlerle heyecan yaratıp başkalarının bahçesinden alıyorsak başkaydı. onun tadı daha mı güzeldi. diğeri elimizin altındaydı zaten o yüzden yüzüne bakmıyorduk.
bayramları bayram yapanda güreşlerdi köyde. Her yıl kurban bayramının son günü güreşler yapılırdı. çevre illerden köylerden pehlivanlar gelir, belediye başkanıydı v.s. olurdu. pehlivanlar peşreve başlar, cazgırlar bağırmaya başlayınca yerimizde duramazdık.


farklı kategorilerde olurdu güreşler. bi bakardık yaşıtımız çocuklar güreşiyor ve bi elense koysa bizi al aşağı edecek gibilerdi. şehir çocuğu olduumuzdan mıdır bilmem babam hiç teklif etmedi bana. mesela futboldu basketboldu hep desteklemişti beni. oysa çok hoş beğendim hep arkadaşlar arasında boğuşmaca-güreş arası bişeyler yapardık. sonra bi ara karate okuluna gitme deneyimim oldu ama çok kısa sürdü çünkü hoca rakibimizi sesimizle korkutacakmışız gibi böğürtüyordu bizi. tribünde sesimiz maç sonuna kadar kısılmıyorsa o karate salonundandır.
Dedemi babası her yenildiği güreş sonrası dövermiş. ondan önce ailede herkes iyi pehlivan olurmuş mesela. en kötüsü bi ahmet taşçı. yok artık.! dedem sonrası babam ve kardeşlerinden hiçbirinde böyle bi sevda yok. Köydeki yaşlılar ki 80+ insanlar şehirlerde zor bela nefes alırken, eski toprak dediğimiz ve bizim köyün yaşlılarından oluşan ahali her sene giderler oralara. ellerinen tutup gitme peşindeyim. hepinizi öperim..

25 Mayıs 2010 Salı

O bir Kocaelisporlu; Ege Görgün




"Taraftarlık sadece takımınız kazanınca desteklemek, sadece süper ligde olunca desteklemek değildir. yada takımınız küme düştüğünde artık birinci ligden yeni takım tutmak değildir.."

program burada mevcut

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Altay - Her sene aynı film





Yeter artık her sene playoff oynayıp ya penaltılarla ya uzatmada yenilip kahrolan taraftara üzüldüm yine. Öğrencilik yıllarında 19 mayıs stadında desteklemeye bile gitmiştim playofflara. en sempatik gelen takımdı playofflardaki.
şimdi konyaspor çıktı, umarım bizim gibi bütün gudubetleri toplayıp eşek yüküyle para verip bütün takımı baştan kurmaya kalkmazlar. Adana, Karşıyaka, Altay, Konya hangisi çıksa kötü takım-taraftarı olmayan boş tribünlere oynayacak, belediyespor - olmayacaktı.

Güvenç Kurtar ise bir sezonda yine 2 takımın kaderiyle oynamış oldu. Bahtsız bedevide diyebiliriz.

23 Mayıs 2010 Pazar

Neler oluyor bize.?!



Serhan Gürkan - Muammer Çelik
Neler oluyor?

20 Mayıs 2010 Perşembe

Aşk-ı Memnu Terry ailesi

John Terry nin kardeşi Paul Terry ingilterenin alt liglerinden birinde futbolcu. basında yazdığına göre takım arkadaşının nişanlısıyla yatıyormuş. armut dibine düşer. baba kokainman, abiyle kardeşinde orospu çocuğu çıkması gayet normal. aileinn hayatını dizi çekseler fena reyting yapar.

16 Mayıs 2010 Pazar

Sezonun Özeti


Bu fotoğraftır aslında sezonun özeti. Sezon başlamadan önceki kampta çekilen şu fotoda Serdar'ın önündeki sezonu gördüğü, sezon öncesinden çöktüğü geliyor aklıma. hiç umudu yok gibi yığılmış kalmış. kaybedenler klübünün farkında olan tek üyesi gibi. nasıl bi tezatsa saha içinde en çok çırpınan yine kendi olmuştur. Bi adam bi takım için sadece başarılarla efsaneleşemez. başarısız olunan bi sezon, başarısız rekorlarla tarihe geçerek kapatılan bu sezonda kendini paralayan adam Serdar..!

ayrıca ne kadar mükemmel (!) yönetildiğimizi gösterir istatistiklerde var. Sezonu 4 teknik adam ve 42 futbolcuyla kapatmışız. plakayı tutturalım demişler heralde ama bi tane kaçmış aradan.
Kafasını direklere vuran Fevzi'yi getirenleri alkış(!)lıyorum. 4 maç oynayıp 8 gol yedi. son maçınıda burda anlatmıştım. kale arkasında ısınan Cem Sinan'ı çağırıp "git metin'e söyle ısınsın ikinci yarı kaleye o geçecek" demişti.

Serhan Gürkan yönetimindeyken "bize 'amatörsünüz' diyenler utansın" diye açıklamalar yapmıştı Muammer Çelik. Yazık ki aynı mantık devam ediyor.

11 Mayıs 2010 Salı

İçimizdeki oçler




Hayatımda bir kere kendi takımımın maçını deplasmanda rakip takım taraftarlarıyla beraber izledim. Ankaragücü maçıydı. Ankaraya önceden gidip öğrencilik yıllarında aşındırdığımız sokaklarda gezmek, aşık olduğumuz, sarhoş olduğumuz mekanları gezmeye diyerek. Maç günü bilet almaya gittiğimizde tüm biletler izmit biletixten alınmış dediler. bilet kalmamıştı yani. ne yapsakta girebilsek içeri derken, bizim tribün girişi önünde belki kapılar açılır veya bi bilete iki kişi gireriz diye beklerken polis jopları havada biz önde kaçıp gittik. kendimizi ankaragücü numaralı tribününde bulmuştuk. en son ne zaman bi stadda numaralı tribüne girdim hatrlarmıyorum.! belki bir 23 nisanda veya 19 mayısta. işte hayatımda ilk defa bu şekilde rakiplerle beraber maçı izledim.
hafta sonu izmitte yapılan şerefsizliği yapmadım asla. yaparsamda çok afedersiniz, asın beni taşaklarımdan.
kendi taraftarının yanına 20 lira fazla para verip gidemeyen rizelilerle doluydu maraton tribünü. maç başlamadan önce koşu pistinden yürüyerek gittiler rizespor taraftarlarına ayrılan bölüme. şaka gibi lan..! düşünsenize galatasaray -fener maçı var. 50 kadar fenerli galatasaraylılarla aynı tribüne giriyor. sonra etrafta ne polis var ne görevli. o elli kişi sahaya iniyor, yürüyerek geçip gidiyorlar karşı tribünlere. hatta stadyum içinde cebinden çıkardığı formasını giyiyor bir kaçı. işte aynını yaşadım hafta sonu. madem bu kadar çok seviyorsun memeleketinin takımını be şerefsiz adam. adam gibi girseydin kendine ayrılan kısma. o formayı götüne sokmasaydın keşke.
Hacettepe denen takımın düşmesi tribün açısından iyi oldu diyeceğim ama böyle taraftarları görünce keşke yenseydik şunları.

ayrıca kocaeli de ne kadar yönetici siyasetçi v.s. varsa alayı rizeli çıktı be. maçı satın almak için bütün rizeli belediyecisi, siyasetçisi izmite akın ettiler..
Murat Hacıoğlu eli belinde gezdi bütün maç boyunca, olan benim gırtlağa oldu bende maç boyunca ona küfür ettim. anca bugün normal şekilde konuşabiliyorum ve hatırladıkça yine küfür edebiliyorum..

9 Mayıs 2010 Pazar

Sevdanın Ligi Olmaz..!



Bu sezonki son maç. Yenersek rizespor düşecekmiş, belediye başkanının memleketi olduğundan yenip düşürmemiz lazımmış. Ulan hiç demiyorsunuz mu rizeli adamın ne işi var burda belediye başkanı oluyor? kendi içinizden bi adam çıkaramıyorsunuz demekki. o zaman rize belediye başkanınn gelip izmitte lobi yapması boşuna değil. maçı rize alır basar bize gider. zerre umudum yok. şu ruhsuz ibneleri gördükçe taraftar takım yapıp çıksa daha onurlu mücadele eder.
dağ tarafı kale arkaya girecek kocaelisporlular yine terörist muamelesi görecekler polisten. dağ tarafı kale arkanın yarısı kocaelispor taraftarına ayrılmış olmasına rağmen, deplasman seyircisinden uzaklaştırmak için üstünüze üstünüze gelir polisler "geç lan kenara" diye bağırır. biletinde yazan numaraya oturma saçmalığını yeri geldiğinde kullanan dangozlar sizi maraton tribünü tellerine yapıştırır. belki bu maç komple dağ tarafını rizelilere verirler sizi staddan bile atabilirler. polis terörü devam ediyor izmitte..!

Hertha Berlin maçını izlerken tribünlerin doluluğunu gördünüz mü bilmiyorum. işte asıl orada sevdanın ligi olmaz.. açtıkları pankartlarla anlatmışlar olayı
WAHRE LİEBE KENNT KEİNE LİGA!(Gerçek Sevgi Lig Tanımaz!)
biz burada 3-5 kişiyiz. zaten insanlar çapulcu ayyaş olarak görüyorlar. Varsın görsünler koy götüne.

29 Nisan 2010 Perşembe

Barcelona - İnter , Mustafa abi - elin ingilizi

"Bütün ispanyolların mua koyim" diyordu Mustafa Abi, yanındaki ingilizin Spain lafı geçen cümlesi sonrası. Elin ingilizi bile meyhaneye gelmiş dedik.

Oysa adam oranın yerlisi olmuş kaç zamandır. B. münih - Manchester maçından bi 70lik kazanmış Mustafa abi elin ingilizinden. Nası geçirdik ama size diyip gülüyor. İngilizin saf saf bakmasından bi bok anlamadığı belli. Anlamaması daha iyi aslında maçı bizle izleyip İlker Yasin'in ne dediğini anlamadı mesela. Ne mutlu ona. Biralarımızı içtik ikinci yarı bitmeden başka bi mekana geçtik. Mustafa abi yine erkenden kapatıyordu..
Sayısaldı lotoydu birini tutturunca ayriş pab açma istediğiyle yine uykuya daldım..

Hıncal Uluç'tan beklediğim açıklama

"Messi futbolcu değil.."

Barcelona - inter maçı sonrası Hıncal Uluç'tan beklediğim açıklamalardan biri.

Diğeri ise; "guardiola hoca değil"

27 Nisan 2010 Salı

Hakemleri Tartışmak


Son günlerde hangi kanalda bir spor programı varsa hakemleri tartışıyorlar. Verdikleri yanlış kararlardan şikayet ediyorlar. Bende çoğu gibi inanmıyorum hakemlerin tarafsız yönettiklerine. Hele Anadolu takımı taraftarıysanız daha iyi anlıyorsunuz, hakemlerin kafalarında büyüttükleri o takımlara ne kadar destek olduklarını.

Ahmet Çakar, Reha Muhtar filan neyi tartışıyorsunuz siz arkadaş? Gelin bir Bank Asya maçını beraber izleyelim ondan sonra konuşun. Bakın 3. lig demiyorum seneye süper lig de oynayabilecek takımların ve süper ligde maç yönetmeden önce bu hakemler nerelerde nasıl maç yönetiyorlar bi görün allaasen..! Erkan Sağlık denen adam hafta sonu kafamdaki saçları beyazlatıyordu nerdeyse önceki postta epey hayır okuduk ona. ilk yarıda maraton tribünü önünde Okan Öztürk'e uzun bi top atıldı. Tam Okan topu önüne aldı, zaten ilk müdehale adamı olan Erkan, ilk müdehaleyi topa yapamadıysa oyuncuya yaparak güreş dilinde ne denir bilmiyorum terim olarak ama belinden tuttuğu gibi Okan'ı yere indirdi. Biz tribünde "ohaa!" diyecek olduk, hakem eliyle "oyna" dedi.
Yuh be kardeşim, başka pozisyonda dokunmadan kendini bırakan adamı görünce, yakınında kim ayakta duruyorsa sarı kartı yapıştırdı. Adı da Fethi Serkan Koçak mış. Süper ligde 4. hakemlik yapıyor, bank asyada ameliyat yapan futbolculara devam edin diyor. İnşallah hep süper ligde maç yönetir bu adam. Daha çok tartışır daha çok birbirinizi yersiniz.. yılanın başı büyümüş oluyor süper lige çıkınca..

25 Nisan 2010 Pazar

Kocaelispor 1 - Karşıyaka 2

ikinci yarı oyuna giren gençleri gören yöneticilerin hepsinin utanıp istifa etmesi gerekir. ayıp be. bu takıma fevzi mi yakışıyordu kaleci olarak? defanstaki erkan denen adamı nerden buldunuz allaasen. biraz kilo versem ben bile oynayacağım demekki o mevkide. bu kadar mı aciziz be. ayrıca yardımcı hocanında mantığına hayran kaldım hemen gönderilmeli. hala aynı hatalara nasıl devam edebiliyorsun be adam. eline bi imkan geçiyo hiç mi cesaretin yok? ne diye 35 yaşındaki adamları oynatıyorsun. orhan alemdar ben 7 yaşındayken bursada oynuyormuş. şimdi yirmi yedi yaşındayım.. hacıoğluna o kadar küfür ettik haybeden. ne suçu var adamın? onu o takımda oynatanlar asıl suçlular. 100 kiloyla beni de oynatsa o hoca bana da küfür eder o tribünler. ama o hocanın o adamı takıma getirenlerin sorgulanması gerekir ilk başta. suma denen adamında tek işe yaradığı pozisyon gider yaptığı andı. milleti itti kaktı o an işte dedim bu adam demek buna yarıyormuş.
köklü değişiklikler lazım bu takıma. aynı mantıkla bi kaç yıla kalmaz m ali kağıtçıda bb. kağıtspordan fark yeriz..

20 Nisan 2010 Salı

16 Nisan 2010 Cuma

Beş Şehir oldu Dobrowski

hafta sonu gidemedim filme, akşam iş çıkışı arkadaşlarla gidelim dedik. Sinema girişinde hangi salonda hangi film var bakıyoruz. son salona kadar baktık bizim film yok.! İçerdeki hanım ablaya sorduk "istanbul film festivalinde gösterileceği için film bizden geri alındı, vizyondan kaldırıldı yaani" dedi.
bi film izleyelim dedik sonuç: Dobrowski

Bu nasıl olaydır, niye geri çekilecek vizyona giriyor. Şimdi o filmi izleyeyim diye istanbul'a mı gideyim. Eyvah eyvah'ı izledim bu dertleri unutmuştum ama var bizde birşey var bi gudubetlik..

13 Nisan 2010 Salı

Nereden nereye Kamel Ghilas

Kamel Ghilas (Hull) - Have you heard of Kamel Ghilas? No? Neither have most fans, but the Frenchman persuaded Hull to spend nearly £2m on him in the summer. A return of one solitary goal from 16 games is relegation form for sure. Apt, seeing as Hull are careering towards the drop in some style
goal.com

Kamel Ghilas geliyor
adamlar sallama haberde yapmamışlardı. zamanın asbaşkanı, şimdiki başkan Muammer Çelik "görüşüyoruz Türkiye ye gelecek" demişti, hala gelecek..

ulan benim oyum nereye gitti



Züğürt ağa filminde; Ağa'nın desteklediği partiye çıkan tek oy sonrası
-benim oyumdur ağam
-vallah benim oyumdur
-ulan benim oyum nereye gitti.!


İşte böyle Altın Klavye diye bloglar arası uyum sağlamak.. ne diyorum ya. en iyi blogları seçmece yapıyorlar. Oy kullanılabilir burdan. az önce baktım bizim bir oyumuz var. Züğürt ağa hesabı..

12 Nisan 2010 Pazartesi

futbol var futbol var ama

hafta sonu tvde bol bol futbol izledim. izlediğim onca maçın içinde kendi takımımın maçı olmaması ne acıdır. üstelik maçın oynandığı stadyum evime 5 dakika mesafede. Lanet olsun artık şu "seyircisiz" cezasını kaldırın.
Federasyona savaş açan açana bu sıralar. Herkes bi penaltı derdine düşmüş. Biz olsa bile öyle bi mevzudan haberdar olamıyoruz. Siz yine izleyebiliyorsunuz. Halı sahada maç yaparken bile 3-5 kişi izliyor bizi. Seyirci olmadıktan sonra oynamanın ne alemi var?
Mesela Galatasaray maçının ilk 5 dakikası ne kadar sessizdi, Diyarbakırlılar 30 saniye kadar bağırdı sonra 5. dakikaya kadar kimse yok gibiydi. Zaten Diyarbakır yenilmeye gelmiş belli. Güvenç Kurtar'ın yedek klübesindeki şekillerini kamera her gösterişinde güldüm. Yazık adama 'her takımı küme düşüren adam' imajından sıyrılamıyor bi türlü. Barcelona ya gitse başarabilir mi?

Beşiktaş-Trabzonspor maçından sonra beşiktaşlıların bu kadar itiraz etmesine anlam veremedim. zira beş kuruşluk futbol oynamadılar, kazanmak istiyorlar. Alanzinho'yu kurşunlamazlarsa Trabzon için çok iyi işler yapacak gibi görünüyor.

radyodan maçları takip edeyim dedim. Altay 1-0 öndeydi Buca karşısında son dakikada kendi kalesine gol atarak dumur etti beni. radyodan maç dinleme zamanları başladı bizim için. 3. lig maçlarını radyo bile vermiyor galiba ne kötü be..!

ayrıca belirtmek isterim haftaya Karabük maçını tvnin vermemesi sevindirici geldi bana. rezilliğimizi herkes görmeyecek. bloglarda bi tahmin-hediye sevdası aldı başını gidiyor. bende haftaya karabük maçında kaç gol yeriz? kimler atar? tahmin edenlere 10 puan vereyim. adam olacak çocuk misali 10 puan 10 puan 10 puan.
olmadı bi bira ısmarlarız izmitteyse.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Beş Şehir


Onur Ünlü'nün filmleri bambaşka olur. Henüz izlemedim, bu hafta sonu izlemeyi düşünüyorum. Tersninja bakın ne yazmış;

Yön – Sen: Onur Ünlü
Oyn: Bülent Emin Yarar, Şebnem Sönmez, Beste Bereket, Tansu Biçer

Dram türündeki film, İstanbul’a tayin olmuş bir polis memurunun öyküsünü anlatıyor. Henüz şehre alışmaya çalışan polis, Beyoğlu’ndaki bir şekerci dükkânında çalışan genç kadına gönlünü kaptırıyor fakat ne yapsa onun dikkatini çekmeyi başaramıyor. Oyuncak trenler satarak yaşamaya çalışan eski bir hukuk öğrencisinin de, aynı şekerci dükkanının diğer elemanına karşılıksız gönül vermesi gibi…

Beş Şehir ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülüne değer bulunan Onur Ünlü daha önce Polis, Çocuk ve Güneşin Oğlu adlı filmleri yönetmişti.


Beş Şehir Fragman Son from Recep Ergün on Vimeo.

Bizden bi bok olmaz..

9 Nisan 2010 Cuma

El Clasico heyecanı Türkiye de

Doyamadıklarımız



Doğan Seyfi ATLI

17 aralık 2001 günü trafik kazasında hayatını kaybettiğinde 21 yaşındaydı. Denizlispor başta olmak üzere tüm ülke üzgündü.

Fırat ÖNDİL

Yozgat civarında trafik kazasına kurban giden Sakaryasporlu futbolcu. Sakaryasporla ilk maçına çıkamadan hayatını kaybetmiş aslında.


Müjdat GÜRSU
20 haziran 1994 yılında antalyada geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti.

Sakaryaspor

2002 yılında Sakaryaspor deplasmandaki Sivas maçına giderken otobüsün kaza yapmasıyla bazı futbolcular ve teknik direktör hayatını kaybetmiştir. Ne kadar sevmesekte kimsenin başına böyle bir olay gelmeye. Hayatını kaybedenler; Genel menajer Aykut Yiğit, masör Cüneyt Çukur, şoför Selami Uludağ, yönetici Fethi Gültekin ve futbolcu Fırat Öndil. Kalanlar ise yaralı olarak kurtulmuştur.
Hatta Çok sevdiğimiz Taner Gülleri aynı otobüste muavin koltuğunda oturuyormuş ve kazayı hafif atlatmış. Kendisi bi röportajında anlatmıştı.


Samsunspor

Malatyaspor - Samsunspor maçı için Malatyaya giderken 20 Ocak 1989 günü takım otobüsünün bir kamyona çarpmasıyla feci bir kaza yapmıştır. 3 futbolcu ve Teknik direktör hayatını kaybetti. Fiziki tahribat yanı sıra kalanlarda ağır yaralıydı. Bu kaza sonrası 1988-1989 ligine devam edemeyen samsunspor ertesi sene tekrar 1. ligde mücadele etmiş ama küme düşmüş.
Hayatını Kaybedenler: TD Nuri Asan, Mete Adanır, Muzaffer Badaloğlu, Tomiç Zoran Şoför: Asım Özkan

Şimdi Alper Balaban. Ölümü herkes tadacak ama çok acı be usta. Konyasporlu Poljak için üzülürken Alper'in haberini duyduk. Daha kötüsünü görmeden elindekinin kıymetini anlamıyor insan.

Ankaragüçlüler Şaraba Düştüler 2


biri dolandırdı içine etti klübün, sonra diğerinin oğlu geçti başa. amaçları ne? küfür yemekten zevk mi alıyorlar? paralarıyla rezil olmak mı istiyorlar? olan ankaragüçlülere oluyor.
Yıllardır kan kusturan adam Cemal Aydın şimdi klüp otobüsünü haczettirmiş. Türkiye de futbol topuyla basketbol topunu ayırt edebilecek kadar bilgisi olan kime Cemal Aydın deseniz Ankaragücü diyebilir heralde ve bu adam(!) kendini tatmin etmek için klübü harcıyor. Gökçek ailesi ise futbolun üstünde kara bulut gibi. Ankara'da takım tutmak hep eziyet. Yeter bu anadolu klüpleri parası olan adamların oyuncağı olmasın artık. babaları çocuklarına otomobil alsın ne bileyim karı alsın, başka iş kursun. bi siktirin gidin

Bu adam onursal başkandı di mi lan?! oha aq

8 Nisan 2010 Perşembe

Alper Balaban


1987 - 2010
ölüm üzerine pek yazı yazmaya gerek yok. almanya da trafik kazası kurbanı olmuş Alper. her ölüm erkendir ama bu da çok erken olmuş be..