Ege Görgün, 22 yaşında Dobrowski olarak ayak bastığı topraklarda Kaan Dobra olarak yaşamaya devam eden eski Beşiktaşlı ve Kocaelisporlu yıldızla görüştü. Goal.com da yayınlanan ropörtajı buraya taşıyorum. Böyle güzel röportajları daha sık görmek istiyoruz. buyrun;
Türkiye’ye 22 yaşında Roman Dobrowski olarak geldi. 8 sezon oynadığı Kocaelispor’dan Beşiktaş’a geçtiğinde adı artık Kaan Dobra’ydı. Türkiye’de iki Türkiye Kupası, bir ikinci lig, bir de Süper Lig şampiyonluğu yaşadı, 70’in üzerinde gol attı. Ve Türk spor tarihinin adı deyim haline gelen ilk sporcusu oldu. Kısaca Dobrowki’ydi, Dobra oldu ama hiç “dobrowski” olmadı.
Ülkesinin yakın tarihini anmadan, bugün 40’na merdiven dayamış bir Polonyalı’nın hikayesini anlatmak olmaz. Olur da belki, eksik olur. İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük yaralar alarak çıktı Polonya. Nazilerin ölüm kamplarının başlıcaları Polonya’da kurulmuştu. En ünlü ve en geniş kamp Auscwitz-Birkenau Alman hakimiyetindeki kuzey Polonya’da idi. Savaştan önce 3 milyon 300 bin Yahudi yaşıyordu Polonya’da, savaş bittiğinde 300 bini ölmüştü. İsrail’deki Yad Vashem Soşkırım Müzesi’nde anlatılanlara göre ise bir kısmı savaştan sonra, sahiplendikleri mallarını geri vermek istemeyen eski komşuları tarafından öldürülmüştü. Bu tabii başka bir hikaye...
Savaşın ardından SSCB’nin himayesine girip komünizmi benimseyen Polonya’nın kızıl yılları 1990 yılına, Lech Walesa’nın Başkan seçilmesine dek sürdü. Yalnızca Polonya’da değil, tüm Doğu Avrupa’da komünizmin sonu gelmişti. Walesa komünizm için bir Deccal olmuştu adeta
Polonya futbolu gerileme dönemindeydi. Tarihlerine bakıldığında Milli takımlarının Almanya 74’de ve İspanya 82’de kazandıkları dünya üçüncülükleri tek başarılarıydı. Daha Avrupa Şampiyonası’na katılmışlıkları yoktu. 2004’e kadar da olmayacaktı. Yine de o sıralarda 18 yaşındaki Roman Dobrowki’nin futbol her şeyiydi ve tek hayali büyük bir futbolcu olmaktı. Aslında rejimin bu noktada ona zararı değil, faydası olmuştu. Komünist rejimlerin propaganda aracı gördükleri için spor konusuna önem verme adetleri sayesinde iyi bir altyapıya, güçlü bir fiziğe ve en önemlisi spor disiplinine sahipti Dobrowski. Şehirde değil, 15 yaşına kadar nehirden elle balık tuttuğu doğal bir ortamda, köyde büyümüş olması da (bizimkiler gibi değil tabi, küçük ama modern, apartmanlı bir köy) fiziğine artı olarak yansıyan bir başka avantajıydı. Avantajlarına ihanete etmeyen Dobrowski kendini daha da geliştirdi. 22 yaşına geldiğinde ülkenin en büyük takımlarından birinin, Ruch Chorzow’un en iyi oyuncusuydu artık. A Milli takıma kadar yükselmişti. Ama ülkenin sorunları ister istemez futbola da, oradan da Roman’a yansıyordu.
Demokratik rejime geçen Polonya’nın Ekonomi Bakanı Leszek Balcerowicz, konuya hakim olanların “şok terapi” ismiyle andığı reformları hayata geçirdiğinde ülke müthiş bir ekonomik kriz içine sürüklenmişti. Uzun vadede yararları görülebilecek bu tedavi kısa vadede Polonya halkının canını yakacak cinstendi. Her şeyin fiyatı arttı. Zlotinin değeri düştü. Eskiden (komünizm varken) paraları vardı alacak bir şey bulamıyorlardı, şimdi alacak çok şey vardı ama paraları yoktu.
Futbol kulüplerinin ekonomik durumu da ülkelerininkinden farksızdı. Dört senedir Ruch Chorzow’a büyük hizmetleri olmuş milli futbolcu Roman Dobrowski bile karın tokluğuna oynuyordu.
“Futbol nankör bir meslek. İyi olduğun zaman onu kullanman lazım. Kötü olduğun zaman kimse gözünün yaşına bakmıyor çünkü.”
Kulüpte dördüncü sezonunun bitmesine iki maç kalmıştı ki artık sabrı tükendi sabır küpü Roman’ın. Yöneticilerin karşısına geçip, “Madem para vermiyorsunuz, buraya kadar,” dedi. “Ben Gornik Zabrze’ye gidiyorum.” Yöneticilerin kanları dondu. Roman’ın Gornik Zabrze’ye gitme ihtimali her açıdan felaket demekti onlar için. Komşu kent takımıyla aralarında bizdeki Galatasaray-Fenerbahçe ilişkisine benzer bir hukuk vardı çünkü. Ezeli rakiplerine en iyi futbolcularını kaptırırlarsa, taraftara bunun hesabını veremezlerdi. Diğer yandan bu transferin maddi olarak da neredeyse hiçbir getirisi olmazdı onlara. Roman milli takım kampına gittiğinde onlar da tanıdıkları bütün menajerleri, simsarları, aracıları ayaklandırdılar. “Roman’a yurtdışında bir takım bulun! Hemen!”
Roman sesini yükseltmiş, kulüp karışmıştı. Ki zar zor duyulacak şekilde konuşan Roman söz konusu olduğunda bu durumu gözünüzde canlandırmak hayli zor. Sessizliği, konuşmaları ve davranışları içine kapanık bir yeniyetmenin utangaçlığına ve masumiyetine sahip olduğu izlenimi uyandırıyor sizde. Kayıt için sesinin zayıf kalabileceğini söylerken Uluç’a, Roman beni duyuyor ve gülerek, “Haa, Roman her zaman sessiz kalıyor zaten, “ diyor. Ben mahcup oluyorum söylediğime. “Yok ama,”diye ekliyor, “Çok sesim çıkmaz ama gerekeni de yaparım.”
“Çok sesim çıkmaz ama gerekeni de yaparım.”
Ruch Chorzow yöneticilerinin tutuştuğu vakitlerde, Türkiye’de bir Anadolu takımı altın dönemlerini yaşıyordu. Sefa Sirmen’in başkanlığında şaha kalkan Kocaelispor ilk yarısını lider bitirdiği 1992-1993 sezonunu dördüncü tamamlamış UEFA’ya katılmıştı. Türkiye Kupası’nda ise yarı final oynamıştı. 1994’e gelindiğinde büyük başarılar elde etmiş o Kocaelispor takımı adet olduğu üzere İstanbul büyükleri tarafından parçalanmıştı. Sirmen yeni Kocaelispor’u oluşturma görevini Mustafa Denizli’ye verdi. Mustafa Denizli, Polonya Ümit Milli Takımı’nın Türkiye ile yaptığı grup maçlarında bir futbolcuyu gözüne kestirmişti. Galatasaray’daki eski talebesi Roman Kosecki gibi yere sağlam basan, hızlı, kolay adam geçen, dirençli bir forvetti bu. Onun ismi de Roman’dı üstelik. Roman Dobrowski.
Kulübünün satmak, menajerlerin komisyon almak, Denizli’nin de takımında görmek istediği Dobrowski böylece Kocaelisporlu oldu. Genç yaşta yeni bir ülkeye, yeni bir takıma gelmek onu korkutmuşmuydu peki? “Para o korkuyu biraz unutturdu. Ama beni asıl hava mahvetti. Eksi 25 derecede oynamaya alışmışım, burada hava 30-40 derece. İlk sene sonunda, gideceğim, dedim, burada her şey bana ters. Sonra bir sene erteledim. Her sene erteleye erteleye, işte 14 senedir buradayım.”
Roman Kosecki artık bizden biri. Adı bile bizden, Kaan Dobra. Kocaelispor formasını giyerken Türk vatandaşlığına geçerek bu ismi alan Kaan artık tipik bir İzmitli. İstanbul trafiğine katlanamadığı için, işten eve hala çok kolay gidilebilen bu şehirde yaşamayı tercih etmiş eşi ve oğluyla. Beşiktaş’ta oynarken bile İzmit’ten gidip gelmiş Ümraniye’ye. O futbol oynarken eşi İzmit’te açtığı Romano adlı restoranla ilgilenmiş. Şimdilerde emekliliğin keyfini çıkaran Kaan Dobra da eşine yardım ediyor restoranda. Söyleşiyi de İzmit Körfezi’ne nazır bu restoranda yapıyoruz.
Lucescu açık konuşuyor: “Kaan, ister kal, ister git!”
Roman, kariyerimin en mutlu yıllarını yaşadım dediği Kocaelispor’da iki Türkiye Kupası kaldırdı. Depreme kadar onun için de, kulüp için de her şey yolundaydı. İstanbul takımlarına gol atmadan geçmiyordu. “Ben büyük takımlarla yaptığımız maçlarda bir başka oynuyordum gerçekten. Seyirci, dolu stat, atmosfer beni inanılmaz motive ediyordu. O maçlarda vurduklarım gol oluyordu hep. Başka maçlarda bazen vuruyordum, dağlara taşlara... Ben de şaşırıyordum bu kadar kötü nasıl oynayabiliyorum diye.” (Dobrowski’nin bütün şutları dağlara taşlara gitmedi ne yazık ki. Beşiktaş’ın Malatya ile yaptığı maçta çektiği bir şut kale arkasında güzel bir poz yakalamaya çalışan foto muhabirlerden birine isabet etti. Fotoğraf makinesi Fehmi Özgülen’in yüzünde parçalandı.)
Kocaelispor formasıyla 2001-2002 sezonunda Türkiye Kupası kazanan Kaan Dobra, sonraki sezon Beşiktaş’a transfer oldu. “95’ten beri istiyordu beni büyük takımlar. Ama bonservisim çok yüksek olduğu için alamıyorlardı. Depremden sonra para alamaz olmuştuk kulüpte. Ayrılmaya karar verdim. Biraz kötü ayrıldım onun için Kocaelispor’dan.”
Beşiktaş’ta şanssız başladı. Hazırlık kampında sakatlanınca Lucescu’nun gözüne girmeyi başaramadı. Hatta Lucescu “İster kal, ister git” demiş ona açık açık. Menajeriyle kafa kafaya verip düşünmüş Kaan. Pes etmemeye karar vermişler sonunda. “Bu kadar kolay olmamalıydı. Zaten 30 yaşında gelmiştim buraya. Çalıştım, Lucescu’nun gözüne girmeyi başardım. O da beni banko oynattı.”
Beşiktaş’ın yüzüncü yılıydı. Kartal şampiyon oldu, Kaan da daha ilk sezonunda müthiş bir coşkunun, sevincin parçası oldu. Sonraki sezon da o meşhur çöküş geldi. O dönemde de banko oynayan Kaan bu kez çöküşün bir parçası oluyordu. Çöküşün sebebini o da hala çözememiş. “Yeni transferler her zaman takıma katkı sağlamaz, bazen zarar da verir,” diyor sadece. “İlhan’ın ayrılması çok kötü oldu. Çok iyi futbolcuydu, takıma çok faydası vardı. Sonra Nouma da inanılmaz şirin, inanılmaz pozitif biriydi. Gerçekten hiç sorun çıkarmazdı, oynasın oynamasın. Onun gitmesi de dezavantajdı. Ama hala düşünüyorum neden o çöküş oldu diye.”
“Çok iyi hocalarla da çalıştım, çok kötü hocalarla da...”
“Çok iyi hocalarla da çalıştım, çok kötü hocalarla da... Bazı hocalar bilgisizdi. İyi çalıştırmıyorlardı takımlarını. İşi şansa bırakıyorlardı. Böyle yerli hoca da yabancı hoca da... Lucescu bugüne kadar çalıştığım en iyi hoca. Del Bosque ile yarım sezon çalıştım. Beni oynatmaya karar verdi ama beş maç sonra kesti ve bir daha oynatmadı.” Burada araya girip, kendi kararı mıydı sence, diye soruyorum. “Hiç zannetmiyorum,” diyor gülerek. Kaan takımdan ayrıldı, bir ay sonra da Del Bosque gitti. Kocaelispor’a dönen Kaan sezonu burada tamamladı. Ancak öteki sezonun başında antrenör Sadi Tekelioğlu ile anlaşamayıp futbolu bıraktı. Sonra işbilir bir menajer onu bir sene de Antalyaspor için oynamaya ikna eder. Orada da şampiyonluk yaşar Kaan ve futbolu bırakır.
“Futbolu erken bıraktığımı düşünmüyorum. Zaten dizimde bir sıkıntı yaşıyordum. Oğlum da büyüdü, 11 yaşında oldu, ona biraz daha zaman ayırayım dedim. Biraz daha oynayabilirdim belki zorlasam ama bence tam ideal zamanda bıraktım. Mart doğumluyum, 35 yaşında mart ayında futbolu bıraktım.”
“O, Dobrowski’nin ne demek olduğunu bilmiyor.”
Kaan Dobra Türkiye’de küçümsenmeyecek başarılara imza attı. Bu başarılar onun tanınan, ünlü bir futbolcu olmasını sağladı. Ama herkes futbolla ilgilenmek, futbolcuları tanımak zorunda değil. Ama bu türden insanlar bile artık “Dobrowski” dendiğinde kimden söz edildiği hakkında fikir sahibiler. Muhtemeldir ki, Mehemet Ali Erbil sayesinde bundan elli sene sonra bile golleri unutulsa da, Dobrowski’liği unutulmayacak Kaan Dobra’nın. Peki nereden çıkmıştı Mehmet Ali Erbil’in literatüre ve halk ağzına soktuğu “dobrowki olma” mevzusu.
“O dönemde çok penaltı atıyordum ben. Onun da televizyonda yarışma programı vardı. Makineyle penaltı atılıyordu hani. Orada söylemeye başladı sanırım. Anlamını ben de tam olarak bilmiyorum açıkçası. Ama çok da iyi bir anlamda kullanmıyordu. O Fenerbahçeliydi bir de. Biz de Fenerbahçe’yi burada yendik 2-1. İkinci golü ben attım. Ertesi gün bir gazete yazdı Fenerbahçe Dobrowski oldu diye. Ondan sonra iyice yayıldı zaten.”
Belli ki Kaan’ın bu meseleyle arası çok da hoş değil. Artık takmıyorum diyor ama ilk zamanlar epey rahatsız olmuş bu durumdan.
“Dobrowski’nin anlamını bilmiyordu. Hala da bilmiyor. Bilse bu soyismi bu şekilde kullanmaz yani. Beni rahatsız ediyordu çünkü bizim milli marşımızda geçen bir isim bu. Burada nasıl Atatürk var, Polonya tarihinde de bu isimde bir paşa vardır. Savaşa giderken bir şiir yazar bu paşa. Bizim için önemlidir bu paşa, kahramandır. Onun için ben başta biraz kızdım ama sonra baktım hiçbir şeyi ciddiye almıyor ki adam, bıraktım ben de. Ama onun sayesinde meşhur oldum biraz daha. Futbolla ilgisi olmayanlar bile beni tanıdılar o sayede. Aşırı kızdığım bir şey değil ama bir dönemde biraz gücüme gitmişti.”
Peki arayıp karşılıklı konuşmayı, bu rahatsızlığını belirtmeyi düşünmedin mi hiç, diye soruyorum. Ama görüşmüşler zaten de, benim haberim yok. Kocaelispor’da oynarken o, şimdilerde Sivasspor’u çalıştıran Bülent Uygun ve eski bir Fenerbahçeli Tarık Daşgün çarkıfeleğe katılmışlar meğerse.
“Tartışalım diye gittim ben. Konuştuk ama baktım yok, ona göre her şey gırgır, her şey eğlence.” Kim kazandı peki, diyorum. Aldığım yanıt beni şaşırtıyor, çünkü Kaan birinci olmuş o yarışmada da. “O zaman Türkçe’yi de az biliyordum üstelik,” diyor, “Ama biraz yardım ettiler, doğrusu.”
Söyleşiyi yine futbolla bitiriyoruz. Öyle bir şey söylüyor ki Kaan. Futbolun bazı kurallarının tüm dünya için geçerli olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz: Milli takıma girmek için büyük takımda oynamamalısın.
Milli Takım oyuncusu olarak geldiği ve en verimli zamanlarını geçirdiği Kocaelispor’da oynadığı sekiz sezon boyunca bir kez bile milli takıma çağrılmamış Kaan Dobra. Sistemin futbolcuları nasıl büyük takımlara gitmeye zorladığının göstergesi bu.
“İzlemeye bile gelmediler. Beşiktaş’a geçtim hemen milli takıma çağrıldım. Orada da bir kere bile izlemediler beni.”
Röportaj: Ege Görgün
orjinali Goal.com da
Maske Abartılmamalı
4 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder