Piknikte Dömivole kitabında yer alan Murat Odabaşı yazısı:
Taraftarlık gerçekten tanımı zor yapılır bir kavram. Aşık olduğu renkler için ölmek, hiçbir karşılık beklemeden takımını sevip sahip çıkmak, sesi kısılıncaya kadar destekleyip onunla gülüp onunla ağlamak. Buz gibi havada pankart asmak sonraki bir haftayı hasta yatağında geçireceğini bile bile yağmur altında takımını desteklemeye devam etmek. Cebindeki son kuruşu ile okulda defterini evde annesini bırakıp bir kişilik yerde iki kişinin oturduğu köhne otobüslerle deplasmana gitmek. Endüstriyel futbol kavramı ile birlikte maça biletini alıp girmek, lisanslı ürünleri alarak takımına destek olmak... Ya futbolcusuna ana avrat küfreden, eline geçirdiği herşeyi sahaya fırlatabilen, gol attığında sevinçten yediginde üzüntüden koltukları kıranlar... Onlar bir avuç kendini bilmezde olsalar(!) bu kavramın içinde yer bulurlar. Ama şurası çok nettir ki taraftar olmak 90 dakikanın çok ama çok ötesindedir.
Türkiye'de 60 li, 70 li yıllarda kulüplerin esnafın ve şehrin önde gelenlerinin karşılıksız desteği ile ayakta durduğu, evinin çatısındaki kiremiti satıp deplasman parasını çıkaran taraftarların tasvir edebileceği amatör ruhtaki bu düzen çarkın içine çeteleri, mafya babalarını alarak birazda magandalaşarak 80 li yılların geçiş süreci sonrası 90 lı yıllarda endüstri rüzgarına da yenilip kendi canavarlarının doğuşuna engel olamadı. Yüzyılın sonunda ise deniz bitmişti. Yöneticilerin bir koyup beş alma hevesinde olduğu genelde rant için yöneticilik yaptığı, futbolcuların artık futbolu iş olarak gördüğü, taraftarın maça beleş girmeyi en büyük başarı saydığı bu düzen borç batağı içinde kulüpler yarattı. Denizin bittiğini gören siyasiler, sanayiciler, mütahitler bir bir izleyici konumuna geçmeye başladılar. Aslında izleyici pozisyonunda olması gereken taraftarlar ise birden kucaklarında borç içinde kulüpler buldular. "Yönetim istifa" sloganları ile kaybedilen maç sonrası taraftar dokunulmazlığına sığınan taraftarın ise deniz bittiği için izleyici pozisyonuna geçen yöneticilerinde işine soyunmak zorunda kaldığı bile oldu.
Türk futbolunda bunun ilk örneği Bursaspor tribününden gelen radikal grubunun kurucularından Recep Günay namıdiğer Papazçeşmeli Hatçe Recep başkanlığındaki taraftarlardan oluşan yönetimin Bursaspor yönetimini alması oldu. 16 Haziran 1999'da Bursa'da çok ilginç bir kongre yaşandı. Cavit Çağlar'ın baskanlığa aday olmak için başka aday olmaması şartını öne sürdüğü süreçte Yaşar Öztürk ve Muzaffer Önadım da aday olunca Cavit Çağlar adaylıktan çekildi. Gelen baskılar sonucu Yaşar Öztürk geri adım atarken Muzaffer Önadım adaylığını geri çekmedi. Taraftarlar da bu adaylığı içine sindiremedikleri için kongre günü anlık bir kararla genç Bursasporlular derneği başkanı Recep Günay başkanlığında bir liste oluşturdu. Asıl amaçlarının kulübü daha iyi yönetecek ehil ellere teslim etmek oldugunu ve yönetim olarak ilk kararlarının olağanüstü kongre olacağını açıklayınca 124 oya karşılık 370 oyla Recep Günay başkanlığında taraftar listesi yönetimi devraldı. Başkanlığa seçilen Recep Günay, konuşmasında kendisinin emanetçi olduğunu söyleyerek "İlk fırsatta yönetimi toplayarak yeniden kongre kararı alacağız ve kulübü bu işi daha iyi yapacaklara teslim edeceğiz" diye konuştu. Bu hareket camiadan da büyük destek bulurken ilerleyen günlerde olay renk değiştirdi. Herkes yeni kongre ve daha güçlü bir aday beklerken Recep Günay başkanlığındaki taraftar yönetimi devam kararı aldı. Kulübü taraftar zihniyeti ile yöneten Recep Günay, Murat Sözkesen gibi yıldız futbolcusunu Istanbul takımlarına satmayıp, deplasman takımı taraftarına daha pahalı bilet satarak taraftarın gönlünü okşasa da alınan başarısız sonuçlar sonunu hazırladı. Ligin 14. haftasında 10 puanla 16. sıradayken 19 Ocak 2000 de kongreye gitme kararı alındı. Başta bu kongrede de tekrar aday olacağını açıklasa da Erdogan Bilenser'in karşısında aday olmayarak koltuğu devretti. Daha sonraki yıllarda 20.11.2004 de yapılan kongrede tekrar yönetime aday olmasına rağmen önceki kötü tecrübeden dolayı Erkan Körüstan karşısında 400 oya karşılık 292 oyla bu sefer başkanlık koltuğuna oturamadı. 07.06.2006 tarihinde yapılan kongre öncesi "Bursaspor'un çaresiz kalmaması için tepki olarak başkanlığa aday olduğunu" açıklayan Günay, Levent Kızıl adaylığını açıklayınca bu kararından vazgeçti.
Anadolunun diğer bir köşesinde 2003 temmuzunda ise Eskişehirspor kayyuma gitmek üzereyken kulüp 1965 liler derneğinin yaptığı zamanında hareketle sahipsiz bırakılmıyordu. Kulüp yönetimine kimse aday olmayınca dernek başkanı Mustafa Akgören söz alarak "Bizler uzun yıllardır bu takımın, bu kulubün peşinde maddi ve manevi herşeyimizi verdik, ama gel görki bu durumda Eskişehirspor elden gitmektedir. Bizler buna musaade edemeyiz. Eğer hiçbir aday yoksa, eğer bu kulüp kapatılacaksa, bizler, 1965liler Derneği olarak bu onurlu göreve talibiz. Fakat yönetimi aldığımızda geriye yönelik borçları ödemeyeceğiz" şeklinde bir konuşma yapınca son cümleninde etkisiyle kongre birden hareketlendi. Kulisler sonucu eski başkan Ali Çelikoğlunun yeniden liste hazırlayıp sunarak yeniden başkan seçilmesiyle kongre son buldu.
2005 yılı Haziran'ında ise Kocaeli'de benzer bir olay yaşandı. Kimsenin aday olmak istemediği, eski başkan H.İbrahim Saral'ın devam etmeyeceğini açıkladığı kongreye Kocaelispor taraftarı cebinde listesi ile geldi. Bunun üzerine Eskişehir'dekine benzer şekilde eski başkan H.İbrahim Saral yeniden listesini onaylatarak yönetime devam etti. O gün taraftarın bu yaptığı blöf olarak görülse de bir yıl sonra taraftar yetersiz gördüğü iki başkan adayına restini çekti, daha güçlü adaylar çıkması adına kongrenin ertelenmesini ve adayların çekilmelerini önerdi. Bu öneri yanıtsız kalınca tamamı taraftardan olusan Kocaelisporlu Taraftarlar Derneği başkanı Cemal Derya başkanlığındaki liste ile seçime katıldı. Taraftar listesi adına söz alan Mehmet Açık, "Diğer adayların iyi niyetinden şüphemiz yok ama biz bu kulübün gerçek sahipleriyiz. Kulübün daha kötüye gitmesine göz yumamayız. Bu yüzden yönetime adayız. Önümüzdeki hafta büyük bir miting yaparak şehrin dinamiklerini harekete geçireceğiz ve uygun adayı işaret edeceğiz. Onunda bu görevi reddetmeyeceğini umuyoruz. Daha sonra asıl yerimiz olan tribünlere döneceğiz" diyerek amaçlarını ortaya koydu. Osman Nuri Yaman'ın 61, Vedat Özgünhan'ın 22 oyuna karşılık 99 oyla Cemal Derya Kocaelispor kulübü başkanlığına seçildi. Bursa örneğinde oldugu gibi Cemal Derya "Haddimizi biliyoruz, biz Kocaelispor'un önünü açacak bir oluşumun gerçekleşmesi için gerekeni yapacağız ve uygun kişilere devredeğiz" diyerek amaçlarının kulübü yönetmek olmadığını deklare etti. Kongre'de işaret edilen kişi olan Mehmet Tüysüz sağlık gerekçeleri ile bu görevi kabul etmedi fakat Bursa'daki gibi fikir değişikliği olmadan 1 ay sonra yeni yönetim oluşturulup kulüp yerel yönetiminde desteğini alan Mustafa Ekşi başkanlığındaki yeni yönetime devredildi.
Dernek statüsündeki takımlar taraftarın tepkisini ortaya koyabilecek kongreler yaşıyorken şirketleşmiş kulüpler bu konuda o kadar şanslı değillerdi. Göztepe, Vanspor, Adanaspor gibi takimlar inanılmaz bir hızla alt liglere düştüler. Vanspor amatöre kadar düşüp tasviye edildi. Adanaspor taraftarı ise bu çöküşe bir dur demek adına "Yeni Adanaspor" fikrini ortaya çıkardı. Biz bu çöküşe dur diyemiyorsak kendi küllerimizden kendi Adanaspor'umuzu yaratırız fikri çerçevesinde oluşturulan bir kurulla bu hareket yönlendirildi. 2005-2006 sezonunda amatör ligdeki Seyhan Belediyespor'un adı “Yeni Adanaspor” olarak değiştirilerek ilk hamle yapıldı. Fakat yükselme grubunda Talasspor engeline takılınca 3. lig hedefi gerçekleşmedi. Bu beklenmeyen başarısızlık sonrası taraftar tekrar gerçek Adanaspor çevresinde birleşti güçlü bir kadro ile yeni sezona girdi.
Tepkilerin yönü farklı olsada Adanaspor'da yaşanan bu olayın bir örneği de futbolun beşiği İngiltere'de yaşandı. 1998 yılında medya patronu Rupert Murdoch'un BSkyB'i Manchester United'ı almak için teklifte bulunanca kulüp hissesine sahip taraftarlar iki gün içinde kendilerini “Murdoch'a Karsi Shareholders United” oluşumu içinde buldular. Olaya devlet el koyup Sanayi ve Ticaret Departmanı tarafından bu satınalma engellenince bu oluşum büyük bir zafer kazanmış oldu. Takımlarını korumak için Murdoch'a karşı elde ettikleri bu zafer sonrası adlarını “Shareholders United” 'a çevirerek ilerde gelebilecek bu tür tehlikelere karşı organize bir resmi kimliğe kavuştular. 2004'te ise Amerikan işadamı Malcolm Glazer Manchester United'i almak için teklifte bulundu. Yönetim, Glazer bu satınalmanın büyük bölümünü borçlanarak yaptığı için bu teklifi geri çevirdi. Yönetim kurulunun bu ilk teklifi reddetmesi Shareholders United için ikinci zafer anlamı taşıyordu. Fakat Glazer çabuk pesedecek gibi görünmüyordu. 12 Mayıs 2005 te J. P. McManus ve John Magnier ile anlaşarak %28.7 oranındaki hisselerini ele geçirdi. Bu anlaşma sonrası %57 civarına erişen hissesi Harry Dobson'ın hisselerini de alınca %62'ye daha sonra yaptığı satınalmalarla da %71.8 e ulaştı. Daha sonra topladığı hisselerle bu oranın %75'i aşması Manchester taraftarı tarafindan kurulan Shareholders United oluşumu için sonun başlangıcı oluyordu. Bu oran Glazer'in Manchester United'i borsadan çekebilecek güce geldiği anlamı taşıyordu. Glazer bununla da yetinmeyip oranını 97.3 e yükseltti ve tüm kontrolü ele geçirdi. 22 Haziran 2005 te ise kulübü Londra Menkul Kıymetler Borsasından çekerek bir devri sonra erdiyordu. Kulübü kurtarmaya taraftarın finansal gücü yeterli olmayınca çeşitli protestolar, boykot ve gösteriler yapılsa da sonuç değişmedi. Aslında daha önce de bu tip satınalma örnekleri yaşanmıştı ama Glazer'ın satınalmayı tamamen ticari bir alişveriş olarak görmesi taraftarı deli ediyordu. Buna tepki olarak Adanaspor'daki gibi yeni bir takim kurma fikri ortaya çıktı. 4000 den fazla taraftar 100.000 £ gibi bir rakamı finanse etti. Bu yeni takımın ilerde Manchester United gibi olmaması için 1£ bile katkı sağlayanın eşit oy hakkına sahip olduğu bir yapı kuruldu. 2005 haziranında takımda denenmek için 900 kişi başvurdu ve bunların 17 si takıma seçildi. İlk hazırlık maçında stadın kapasitesi olan 2590 bilet yok sattı. Premier ligin 9 kademe altından lige kabul edilen “United of Manchester” ilk sezonunda bir üst lige çıkmakta zorlanmadı. 2009 yılında ortalama 5000 seyirciye oynamayı, 2012 de 10.000 kişilik yeni stadına kavuşmayı hedefleyen taraftarlarda bu hedefe çok uzak görünmüyorlar. En son WilliamsBMW ile yaptıkları sponsorluk anlaşması ilerde endüstriyel futbolun hedefi olabileceklerini gösteriyor olsa da su an bir başkaldırışın simgesi olmaya devam ediyorlar.
Yine bir İngiliz takımı olan Wimbledon taraftarının yaşadıkları ise hiçbir taraftarın yaşamak istemeyeceği cinsten. Kulüp Norveç Konsorsiumu tarafından satınalındıktan sonra kulübün Londra'daki rekabet içinden sıyrılamadığı düşüncesi ile daha çok gelir kazanmak adına Dublin, Belfast yada Cardiff'e taşınması fikri etrafında yoğunlaşıldı. En son en uygun yer olarak Milton Keynes'e taşınmasında karar kılındı. Taraftarın büyük tepkisine rağmen takımın Wimbledon'a 115 kilometre uzak bir yere taşınmasına federasyonda onay verince taraftar birden ortada kaldı. Taraftarlar bu olaya karşılık 2002 yılında “AFC Wimbledon” takımını kurarak İngiliz futbol piramidinin 8. seviyesinden yeniden başlama kararı aldılar. Taraftarların kurduğu birlik Wimbledon futbol kulübünün geçmişte kazandığı başarıların taraftara ve şehre ait olduğu söylemiyle bu hakları geri almak için ciddi bir baskı yarattı ve yeni adıyla Milton Keynes Dons kulübü , kulübün kupalarını,isim hakkı ve domain adlarınını bile yeni kurulan AFC Wimbledon'a vermek zorunda kaldı. AFC Wimbledon ilk kurulduğu sene başarı yakalamasa da bir sonraki sezon rekorlar kırarak iki sene üstüste bir üst lige terfi etti. 2005-2006 sezonunda ise playoff yarı finalinde bir üst lige çıkma şansını kaybetti. Taraftarsız yeni adıyla Milton Keynes Dons'un iki alt lige düşüp, küllerinden doğan taraftarın takımı AFC Wimbledon takımının ortalama 3000 kişiye oynayıp iki kere terfi etmesi taraftarın bir kulüp için ne kadar önemli olduğunu da göstermiş oluyordu.
Ne demiştik... Taraftar olmak 90 dakikanın çok ama çok ötesinde iş biletini alıp maçı izleyip bir sonraki maçta görüşürüz diye ayrılacak kadar basit olmuyor. Aslını söylemek gerekirse bu örneklemeleri yaparken kulüplerin gerçek sahipleri taraftarlar(mı)dır gibi bir söylem etrafında dolaşmak gibi bir niyetim vardı. Ama taraf olmak taraftar olmak beni kendimce bir sonuca yönlendirdi. Ben yinede sorumu sorayım? Kulüplerin gerçek sahipleri taraftarlar(mı)dır?
2 yorum:
çok güzel yazmış. taraftarlık sadece "ben x takımlıyım" demek olmamalı. en azından ben öyle yaşıyorum. o tadı almak çok ayrı bir olay.
yazı diil resmen kitap özeti gibi kuran çarpsın, ama taraftarlık, gerçektende göreceli bir kavram, öyle muğlak ki hatta,kendi tanımım bile günden güne değişiyor <
mevzuu derin<
Yorum Gönder